Isıya dayanıklı camlar esnektir ve iç yüzleri ile dış yüzleri aynı anda genleşme özelliğine sahiptir. Tabiatta esneklikle dayanıklılık arasında ilgi çekici bir ilişki bulunur. İnsan zihninin çarkları da bundan nasibini almıştır. Bu hem yapısal hem de davranışsal bir durumdur.
Trends in Cognitive Sciences’de yayımlanan bir teori, zekânın beynin dinamik özellikleriyle ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Hem beynin bölgelerinin birbiriyle nasıl bağlantılı olduğu, hem de zihinsel gereksinimlere cevaben bu bağlantıların nasıl şekillendiği oldukça önemli. Bir kişinin zeki olduğundan bahsedildiğinde, genellikle, karar almada veya belli problemleri çözmede ne derece iyi oldukları söyleniyordur. Ancak sinirbilim son zamanlarda, genel zekânın nasıl var olduğuna ilişkin biyolojik anlamda arayışlara odaklandı. Zekânın biyolojisini anlamak ise beynin yapısal ve fonksiyonel özellikleri üzerine çalışmayı gerektiriyor.
Beynin modüler olduğu ve farklı beyin bölgelerinin çeşitli fonksiyonlarda sorumluluk üstlendiği biliniyor. Örneğin, beynin arka kısmında bulunan oksipital lob, görsel bilgiyi işlemesiyle bilinir. Fakat ne gördüğümüzün yorumlanması, görsel korteksimizi oluşturan diğer beyin bölgelerinin de aldığı bilgiyi işlemesiyle mümkündür. Yani bir nesnenin ne olduğunu anlamlandırabilmemiz için bu bilgiyi sınıflandırmamız da gerekir. Yani, yalnızca görüntüye dair bilginin gözlerimiz vasıtasıyla alınması yeterli değildir. Bu da konuyla ilgili bilgiye ve beynin diğer bölgelerince desteklenen bilgi işleme süreçlerine gereksinim olduğu anlamına gelir. İşleme katılan modül sayısı arttıkça da beyindeki bilginin tipi giderek soyut ve genel hale gelir.
Fakat, esasında genel zekâ için beynin tamamı –genel yapısı, düşük ve yüksek seviyedeki mekanizmaların birbirleriyle etkileşimleri– gereklidir. Beyin modülleri, daha geniş “iç bağlantı ağlarının” oluşturulduğu temel yapı taşlarını sağlar. Her bir ağ, kişi, belirli bir bilişsel yetiyi ortaya çıkarırken birlikte aktif hale geçen birden fazla beyin yapısını içerir. Örneğin, dışsal işaretlere dikkat kesildiğimizde, beynimizdeki frontoparyetal ağ aktif hale gelir, dikkatimizi ilgili olaylara yönlendirdiğimizde ise dikkat çekici ağ devreye girer ve iç tarafa yoğunlaştığımızda ise “olağan (default) mod ağı” aktif hale gelir.
Nöral ağlar, iki tip bilgi işlenmesini desteklediği düşünülen iki tip bağlantıdan oluşur. Kristalize zekâ olarak isimlendirilen; ön bilgiyi ve deneyimi kodlayan yollar ve akışkan zekâ olarak isimlendirilen; oldukça esnek olan, adaptif muhakeme ve problem çözme yetenekleri bulunur.
Kristalize zekâ, “iyi aşınmış yollarda” aylarca veya yıllarca süren sinirsel trafiğin sonucu olarak sağlam bağlantılar içerir. Akışkan zekâ ise, beynin çok da sık rastlamadığı alışılmadık problemleri çözerken oluşturduğu daha zayıf, daha geçici yollar ve bağlantılar içerir. Beyin, değişen ihtiyaçlara cevaben bağlantılarını ne kadar hızlı oluşturursa, o kadar iyi çalışır.
Beynimizdeki bu bağlantıları düzenleme ya da yeni bağlantılar kurma yetisi ise beyin plastisitesi olarak adlandırılır. Sinirbilimciler, beyin plastisitesinin önemli bir özellik olduğunu biliyor olsa da; plastisitenin insan zekâsının alt yapısını oluşturduğu fikri henüz çok yenidir.
Genel zekâ, hem kristalize zekâyı güçlendirmek için yakındaki –kolay ulaşılabilir– bölgelere esnek biçimde ulaşabilme yeteneğini gerektiriyor; hem de akışkan zekâyı güçlendirmek için adapte olması, ulaşılması zor bölgelere ulaşma yeteneği gerektiriyor. Trends in Cognitive Sciences’de yayımlanan araştırmanın bulgularına göre ise, genel zekâ beynin bir tek bölgesinden veya ağından doğmuyor. Bunun yerine, gelişmekte olan sinirbilim delilleri, zekânın, farklı ağ koşulları arasında esnek bir geçiş yapma yeteneğinin yansıması olduğuna dair işaretler sunuyor. (Bilimfili)
Aciz ve fakir olan insanın bu acziyet ve ihtiyaçları onu aynı zamanda müthiş bir gelişme enerjisi kazandırabilir bir yeteneğe zemin hazırlar. Bununla ilgili bir ifade Tarkovski filminde geçer: “Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir. Öldüğü zaman ise kaskatı ve duygusuzdur. Sertlik ve güç ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık varoluşun tazeliğinin ifadeleridir. Kendini sertleştiren hiçbir şeyi kazanmayı başaramaz…” (Stalker – Andrei Tarkovsky, 1979)
İnsan zihnî esnekliğini kaybetme pahasına güçlenemez. Ortaya çıkan kaskatılık zihin çarklarını onarılmaz yaralara atabilir. Katılaşma ile esnekliğini kaybetme aynı zamanda estetik de bir problemdir. Bunun zihin biçimlerinde, beynin yapısında olduğu gibi davranış kalıplarında ve inanç yapılarında da ortaya çıktığı tarihî bir gerçektir.
“Ne var ki, bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir” (Bakara/74) ayetini açıklarken, Bediüzzaman esneklik ve dayanıklılık ilişkisinin nasıl bir estetik ve güç kaynağı olduğunu göstermiş oluyor:
“Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Sizlere ne olmuş ki: Kalbleriniz taştan daha camid ve daha ziyade katılaşmıştır. Zira görmüyor musunuz ki, o pek sert ve pek camid ve toprak altında bir tabaka-i azîme teşkil eden o koca taşlar, o kadar evamir-i İlahiyeye karşı mutî’ ve musahhar ve icraat-ı Rabbaniye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki, havada ağaçların teşkilinde tasarrufat-ı İlahiye ne derece suhuletle cereyan ediyor. Öyle de; tahte’z-zemin ve o sert, sağır taşlarda o derece suhulet ve intizam ile, hattâ damarlara karşı kanın cevelanı gibi muntazam su cedvelleri ve su damarları, kemal-i hikmetle o taşlarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor. Hem havada nebatat ve ağaçların dallarının suhuletle suret-i intişarı gibi; o derece suhuletle köklerin nazik damarları, yer altındaki taşlarda mümanaat görmeyerek evamir-i İlahî ile muntazaman intişar ettiğini Kur’ân işaret ediyor ve geniş bir hakikatı, şu âyetle ders veriyor ve o ders ile, o kasavetli kalblere bu manayı veriyor ve remzen diyor:
“Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalb taşıyorsunuz ki, öyle bir zâtın evamirine karşı o kalb kasavetle mukavemet ediyor. Halbuki o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, o zâtın evamiri önünde kemal-i inkıyadla karanlıkta nazik vazifelerini mükemmel îfa ediyorlar. İtaatsizlik göstermiyorlar. Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevilhayata, âb-ı hayatla beraber sair medar-ı hayatlarına öyle bir hazinedarlık ediyor ve öyle bir adaletle taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i Zülcelal’in dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir ve azamet-i kudretine karşı secdededir. Zira toprak üstünde müşahede ettiğimiz şu masnuat-ı muntazama ve şu hikmetli ve inayetli tasarrufat-ı İlahiye misillü, zemin altında aynen cereyan ediyor. Belki hikmeten daha acib ve intizamca daha garib bir surette hikmet ve inayet-i İlahiye tecellî ediyor. Bakınız! En sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evamir-i tekviniyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar ve memur-u İlahî olan o latîf sulara, o nazik köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir. Güya bir âşık gibi, o latîf ve güzellerin temasıyla kalbini parçalıyor, yollarında toprak oluyor.” (Sözler)
İlk yorumu siz yazın