Toplumsal hayatın kezzaplarından bir hastalık: Yalan

Toplumlar güven içinde olduğu müddetçe kültürel birliktelik meydana gelmiştir…

Güven problemini çöz(e)meyen oluşumların uzun süre varolabilmesi, mümkün olmuyor.

Siyasî teşekküller varlıklarını cebren (zorlama, baskı, tahakküm) ve hile ile aldatmalarla devam ettirebilmişlerse de bu argümanları kullanan despotik eğilimler kendi içlerinde her daim endişe ve korkuyla yüz yüze kalmışlarsa da başlarını rahat bir yastığa koyup uyumaları pek mümkün olmamış.

Hakikatten haber veren tarih ilminden sual edince bu bağlamda pek çok fena misal arz-ı endam etmektedir.

Bu pespaye eğilimlerden uzaklaşıp yazımızın ana temasını taşıyan “yalan” hakkında bir kaç kelam etmek istiyoruz.

Bediüzzaman “Yalan bir lâfz-ı kâfirdir” demekte. Mü’minin vasıflarında olması pek çirkin görülen ve mutlak surette olmaması gereken bir durumdur yalan söylemek.

“Mü’min” dilinden, elinden emin olunan kimse anlamında da kullanılan bir kavram.

Çünkü insanların ya da insanlığın elinden ve dilinden emin olduğu kişi olmak inanmış bir bireyin en nihaî hayatî özelliklerinden olsa gerektir.

Ahlâkı, yüce kitabımız ve en âlî hitap makamında bulunan Kur’ân-ı Kerîm olan En Sevgili Efendimiz Peygamberimiz (asm) risalet öncesi katıldığı Hilfü’l-Fudül oluşumuna asla yalan gibi ahlâk-ı rezileye girmediği için de alındı…

Cahiliye âdetlerinin hayatı çepeçevre sardığı bir zaman diliminde dahi asla yapmadığı amel.

Doğumundan itibaren hayatı Kur’ân’a göre şekillendirilen Peygamberimiz (asm) toplumsal birlikteliğin güven üzerine tesis edilmesi gerektiğini elbette bilmekteydi.

Ve peygamberlik sonrası “kısa” denilecek bir ömür zarfında bütün dünyaya örnek olan bir toplum inşa edilmişti.

Bu teşekkülün meydana gelmesinde “sıdk” ile tabir edilen doğruluktan şaşmamak prensibi en belirgin özellikteydi.

Bugün toplumsal olarak güven problemini iliklerimize kadar hissediyoruz. Güvenin sarsılmasının en önemli ve en büyük etkeni ise maalesef dürüstlükten uzaklaşıp yalana, hileye başvurulması oluyor.

Halbuki kesin olan bir hakikat var ki “yalana hiç fetvâ yok.”

Ne şart altında olunursa olunsun bu zamanda yalana müsaade edilmez, edilmemeli, söylenmemeli.

“Şu zamanda, kizb ve sıdkın ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki, âdeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana geçmek, pek kolay gidiliyor. Hattâ siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor.”1

Yalanın İslâmda yeri yoktur. Bugün siyaset uğruna Ya Rab, ne yalanlar söyleniyor!

Bediüzzaman Hazretlerinin yalancılık hakkındaki tesbitleri:

“Riyakârlık, fiilî bir nevî yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır.”2

Bir yalan başka bir yalana kapı açıyor ve böylece sürüp gidiyor maalesef. Bediüzzaman tabiriyle de “yalan yalana mukaddem” oluyor, başlangıcı oluyor sonraki yalanların…

Halbuki inanan için kısa bir zamanda az bir ömürde geçici daimî olmayan bir âlem için yalana tenezzül etmemek en güzel haslet olsa gerek.

“Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman, sıdktır, doğruluktur.

“Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; şark ve garb kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nâr ve nur gibi birbirine girmemek lâzım.

“Halbuki gaddar siyaset ve zalim propaganda birbirine karıştırmış, beşerin kemâlâtını da karıştırmış.”3

İman ve küfür bir arada olamayacağı gibi, yalan, yalancılık, aldatmak da sadakatle doğrulukla bir arada olmuyor, olamıyor.

Küfrün mayasında yalan olduğu gibi imanın hassalarında da sadakat mevcuttur.

Bir arada olamamalarının bir nedeni budur.

Bir toplum yalana alıştığı müddetçe gerçeklerden o derece uzaklaşır ve gerçeklere düşman bir hal alır.

Artık o toplumdaki ilişkiler yalan üzerine döner. Doğrulara düşman bir ahvâl içinde gerçeklerin ilanatını yapanlar da sürekli kâfir, yalancı, din düşmanı şeklinde yaftalanır…

“Hulfü’l-vaad ve hilâf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur.”4

Vaadinden dönmek, sözünden dönmek, yalancılık ve aldatmalar, toplumun en zararlı hastalıklarından olup, hemen hemen her vicdan ve ahlâk sahibi tarafından çirkin görülen, kusurların en büyüklerindendir. Bu hasletlerin toplumsal yaşamdan silinmesi halinde ise güven temelli bir toplum inşa edilmiş olacaktır…

En güzel örneği ise her durumda olduğu gibi yine Saadet Asrıdır…

Asr-ı Saadet esaslı bir hayat duasıyla…

Dipnotlar:
1) Sözler, Yirmi Yedinci Söz.
2) Hutbe-i Şamiye, Üçüncü Kelime.
3) A.g.e.
4) Asâ-yı Musa, 10. Hüccet.

1 Yorum

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*