Cazibedar tuzak: Sinema

Beş duyu içinde gözün diğer organlara göre kritik ehemmiyeti vardır. Görme duyusu, öğrenme başta olmak üzere pek çok ihtiyacın karşılanmasında başı çeker. Bu özelliği elbetteki ehl-i dalâletin de menhus planlar yapmasına sebep olmuştur. Görsel sanatlar adı altında pek çok günahın alenen işlenmesi ve bunun sanat adına yapıldığı söylenerek masumlaştırılması sıkça şahit olunan hallerdir.

Hususan sinema ve dizilere ayrı bir parantez açmak gerekir. Türkiye’de ortalama günlük 4,5 saat televizyon izlendiği düşünüldüğünde vaziyetin vahameti daha net görülür. Günlük ortalama 5,5 saat cep telefonu ile meşguliyet eklendiğinde neden kitaba, tefekküre, düşünmeye vakit kalmadığını daha iyi anlayabiliriz.

Her gün en az bir dizi izleyenlerin sayısı hiç de az değildir. Üstelik son yıllarda çeşitli ücretli aboneliklerle dizi, sinema, belgesel gibi hizmet sunan platformlar cazibeyi daha da artırmaktadır.

Sorular…

Peki, bu yayınları izlemek uygun mudur? Haram görüntü olmayan dizi veya sinema var mıdır? Bu yayınlarda nasıl bir tema işlenir? Haramlar cazip hale getirilerek günahların normalleştirmesi mi istenir? Kılıf olarak çağdaşlık, sanat, ilericilik gibi kavramlar mı istismar edilir? Ailecek izlenebilecek bir dizi ya da sinemaya rast geldiniz mi?  İhanet, alkol, uyuşturucu, cinayet, hırsızlık, gayr-i meşru yollarla kazanılan zenginlik gibi haramları konu edinmeyen bir sinema ya da dizi ismi söyleyebilir misiniz?

Soruları uzatmak mümkün. Suallerin yanıtları hepimizin malumudur. Bu cazip tuzakların sonunda elem, pişmanlık ve ateş olduğu Risale-i Nur’da şu şekilde ifade edilir:

“Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar, kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: ‘Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.’

“Evet, gördüğüm hakikattir, hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve güzün âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hâdisatı sinema ile hâl-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hâdisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşru keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.”1

Başrol bizde!

Herkes kendi filminin başrol oyuncusu. Nasıl bir rolde olduğumuzu sorgulama vakti gelmedi mi? Bu filmin sonu nasıl bitecek? Mutlu mu, mutsuz son mu? Nasıl bir senaryonun parçası olmak istiyoruz? Cüz-i irademizi ne yönde kullanıyoruz? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışız ki tüm vaktimizi ona sarf ediyoruz?

Âlem-i misal nedir?

Âlem-i misal bizim için ne ifade ediyor? Üstadın, âlem-i misali nasıl tanımladığını okuduk mu? Fotoğraf, sinema, hatırat levhaları gibi mevhumları hakkıyla idrak edebildik mi? Şimdi biraz üzerinde teenniyle düşünme zamanı gelmedi mi? Buyrun lütfen:

“Gördüm ki, âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf, hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviye ve fâniyâtın fânî ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedî temâşâgâhlarda ve Cennette saadet-i ebediye ashablarına da dünya maceralarını ve eski hâtıratlarını levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinesi olarak bildim.”2

Sinemadan daha zevkli manzaralar…

Eğer nefsimiz hazır lezzette ısrarcıysa sinemadan kat kat daha zevkli manzaralar kâinatta her an sergileniyor. Hayretle ve merakla o manzaraları seyre çalışsak ve ilgili esmaları okusak binler zevk alacağımıza mevcudat adedince şahit vardır. Her bir değişim, dönüşüm ve her hareketteki esmalar bizlere sonu olmayan bir zevk-i mahsusu tattırır. Bu hakikate Risale-i Nur’un pek çok pasajında dikkat çekilmiştir:

“Bak, bir sihir var: O binalar birden harap oldular. Başka bir şekil aldı. Bak, bir mu’cize var: O harap olan binalar, birden burada yapıldı. Adeta bu hâlî bir çöl, bir medenî şehir oldu; bak, sinema perdeleri gibi her saat başka bir âlem gösterir, başka bir şekil alır. Buna dikkat et ki, o kadar karışık, sür’atli, kesretli, hakikî perdeler içinde ne kadar mükemmel bir intizam vardır ki, her şey yerli yerine konuluyor. Hayalî sinema perdeleri dahi bunun kadar muntazam olamaz. Milyonlar mahir sihirbazlar dahi bu san’atları yapamazlar. Demek, bize görünmeyen o padişahın çok büyük mu’cizeleri vardır.”3

“Hem gördüm ki, küre-i arz, şu hareketle, sinema levhalarını gösteren bir makine vaziyetini aldı, bütün semâvâtı harekete getirdi, bütün yıldızları muhteşem bir ordu gibi sevke başladı. Öyle şirin ve yüksek manzaraları gösterdi ki, ehl-i fikri mest ve hayran eder. Fesübhânallah dedim, ne kadar az bir masrafla ne kadar çok ve büyük ve garip ve acip, âlî ve gâlî işler görülüyor!”4

Beka hissiyatı…

Beka hissiyatı ve ölümden sonra başka insanlarla konuşma ve mesaj verme arzusu hemen hemen her insanda vardır. Bu arzu beraberinde yazı, şiir ve sinema gibi vasıtaları gündeme getirir. Bu arzu sadece insanlara ve dünyaya yönelik olduğu hallerde gayet zararlıdır. Yönü rıza-i İlâhî ve ahirete dönük olması elzemdir. Bu ayrım, Risale-i Nur’da şu şekilde özetlenir:

“Nasıl ki ehl-i medeniyet fânî vaziyetlere bir nevi bekà vermek ve ehl-i istikbale yadigâr bırakmak için, güzel veya garip vaziyetlerin suretlerini alıp sinema perdeleriyle istikbale hediye ediyor; zaman-ı mâzîyi zaman-ı halde ve istikbalde gösteriyor ve derc ediyorlar. Aynen öyle de, şu mevcudat-ı bahariye ve dünyeviyede kısa bir hayat geçirdikten sonra, onların Sâni-i Hakîmi, âlem-i bekàya ait gayelerini o âleme kaydetmekle beraber, âlem-i ebedîde, sermedî manzaralarda onların etvâr-ı hayatlarında gördükleri vezâif-i hayatiyeyi ve mu’cizât-ı Sübhâniyeyi menâzır-ı sermediyede kaydetmek, mukteza-yı ism-i Hakîm ve Rahîm ve Vedûd’dur.”5

“Her insan kıymetli bir sözünü ve fiilini bâkileştirmek için iştiyakla kitabet ve şiir, hattâ sinema ile hıfzına çalışır. Hususan, o fiillerin Cennette bâki meyveleri bulunsa, daha ziyade merak eder. Kirâmen Kâtibin insanın omuzlarında durup onları ebedî manzaralarda göstermek ve sahiplerine daimî mükâfat kazandırmak, o kadar bana şirin geldi ki, tarif edemem.”6

Büyük bir ihsan: Uyku

Yeri gelmişken her gün saatlerce nuranî bir sinema izleterek bizi dinlendiren uyku nimeti üzerinde de düşünmek ve şükretmek gerekir. Her tabakanın bu nimetten istifade ettiği Risale-i Nur’da; “Evet, uyku nasıl ki avâm için rüya-yı sadıka cihetinde bir mertebe-i velâyet hükmündedir. Öyle de, umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbâniyenin seyrangâhıdır.”7 ifadeleriyle özetlenir.

Nurlu kadrolar…

Netice itibariyle sinema, dizi vb. görsel yayınlar çoğunlukla ehl-i dalâletin kontrolünde olduğundan dolayı azamî dikkat şarttır. Aynı zamanda dinî hassasiyetlere sahip, helâl-haram ölçüsünü bilen ve yaşayan kadrolara ihtiyaç şedittir. Bu ihtiyacın karşılanmasında hususan Nur talebelerine büyük bir vazife düşmektedir. Tez zamanda milyarlarca insanı bu haram bataklığından kurtaracak ihlaslı genç kardeşlerimizin şahs-ı manevî içinde hareket etmesi elzemdir vesselam…

Dipnotlar:
1) Şualar, s. 222.
2) Emirdağ Lâhikası, s. 294.
3) Sözler, s. 74.
4) Mektubat, s. 29.
5) Mektubat, s. 345.
6) Şualar, s. 282.
7) Mektubat, s. 405.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*