Hakikatin de bir sineması var

Bu yazıda Batı’nın ya da Batı’ya özenmişlerin hayat anlayışını yansıtan, bütünüyle hayalin buyruğuna verilip yanlış yönlere sapan sinemadan bahsetmeyeceğiz. Senaristlerin senaryolarıyla kurgulanıp gerçek olmayan veya gerçeği bütünüyle yansıtmaktan aciz olan sinemadan değil; sinemanın aslından, sinema denince aklımıza gelmesi gerekenden, bütünüyle hakikat olan sinemadan bahsedeceğiz.

Öncelikle sinema “Herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran veya perde üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi” olarak tanımlanıyor.1

1889’da, kinetoskop adı verilen film görüntüleme makinesinde ardışık resimler barındıran bir film şeridinin ışık kaynağından geçirilip hareketlilik kazanmasıyla sinema ortaya çıkmıştır. Sonrasında geliştirilerek sinematograf adı verilen, görüntüleri kaydedip ekrana yansıtan bir makine icat edilmiştir. Zaten sinematograf “hareket yazıcı” manasına gelmektedir.2

Acaba tarihte sinema gibi bir yenilik gelmişken, bu asır insanlarına da hitap eden, yaş ve kuru ne varsa içerisinde mevcut olan Kur’ân, sinemadan bahsetmiş midir? Elbette sinema, Kur’ân’da olmalıdır ve vardır. Kur’ân’da geçmiş zamanların sinemavâri bir surette ve ibret alınması için insanlığa anlatılması bunun önemli bir işaretidir. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle açıklar:

“… bütün geçmiş zaman ve ölmüş karnlar ve asırlar, canlı birer sahife-i ibret ve baştan başa ruhlu, hayattar bir acip âlem ve mevcut ve bizimle münasebettar bir memleket-i Rabbâniye sûretinde, sinema perdeleri gibi kâh bizi o zamanlara, kâh o zamanları yanımıza getirerek her asra ve her tabakaya gösterip yüksek bir i’câz ile dersini veren Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan…”3

Kur’ân-ı Kerîm’de sinemaya dair işaretlerden birisi de, “Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir”4 ayetinde bahsedildiği gibi, Peygamber Efendimizin (asm) Mi’rac’a çıkması ve ahiret âlemlerini seyretmesidir. Yine Mi’rac hadisesinin anlatıldığı “O artık en yüce ufukta, Ufuk-u A’lâ’da idi”5 ayetinde bahsedilen en yüce ufukta Peygamberimiz (asm) geçmişi ve geleceği aynı anda görmüş ve Cehennem ve Cennetin mahşer sonrasında dolmuş hallerine şahit olmuştur.6 O (asm), ahiret âlemlerini seyretmiş ki rivayet olunan hadislerde görüleceği üzere o âlemleri detaylarıyla bizlere haber vermiştir.

Kur’ân’ın asrımıza bakan tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı’nda da sinemadan birçok kez bahsedilir. Sayabildiğimiz kadarıyla 77 yerde sinema kelimesi yer almaktadır. Bunlar haricinde, Ayetü’l-Kübra ve Haşir Risalesi gibi birçok parçada sinema tekniği kullanılmıştır. Risale-i Nur’un kullandığı tekniğin günümüz sinemalarından önemli bir farkı, hiçbir şekilde kurgu olmayıp hakikatin ta kendisi olmasıdır.

Bir sinema düşünün ki yaşananlar gerçeğin tıpkısı olsun ve sinemada, olayı yaşayanlar rol alsın. Mesela Bediüzzaman Hazretleri Ayetü’l-Kübra’ya “Kâinattan Hâlık’ını soran bir seyyahın müşahedâtıdır” cümlesiyle başladıktan sonra o seyyahın gördüklerini yazmaya başlar. Seyyah önce gökyüzünü seyreder ve ondan Hâlık’ı sorar. Gökyüzü, içerisinde cereyan eden hadiseleri hikmetleriyle birlikte o seyyaha anlatır ve gösterir. Seyyah sonra dünyayı seyreder. Lâkin maddî gözlerle değil, iman gözüyle bakar. Dünyadaki canlılar âlemini, canlılardaki hücrelerin işleyişini, atomların hareketindeki hikmetleri sinema perdeleri gibi seyredip tefekkür eder ve Hâlık’ın varlığına deliller görür. Güneşi, ayı, yıldızları ve bunlar gibi birçok âlemi sinemada gibi seyreder. Sadece görmekle de kalmaz, Hâlık’ını hepsinden sorar, hepsiyle konuşur. Bir sinema düşünün ki seyirci, oyuncular ile konuşabilsin. Bu ancak hakikatin sinemasıyla mümkündür.

Sonra enbiyalar, evliyalar ve mürşidler o seyyahı davet ederler. Seyyah orada geçmiş zamanı seyreder ve milyarlarca insanın nasıl bir davada ittifak ettiklerini gözüyle görür. Fakat kalp gözüyle müşahede eder. Sonra gayb âlemine bakar ve orada vahiylerin hakikatlerini görüp kelâm-ı ezelî olan Rabb’in kelâmını her daim işitir. Kulların dualarına nasıl cevap verildiğine şahit olur. Sonra Peygamberimizin (asm) zamanına, Asr-ı Saadet’e gider. Orada onun (asm) düşmanlarının dahi tasdik ettiği ahlâkına, davasına getirdiği delillerin ve mu’cizelerin kuvvetine, keskin nazarlı Ashabının o davadaki ittifakına şahit olur. Hakikatin sinemasını izlerken imanı kat be kat artar. Seyyah hakikat sinemasını seyrederken, okuyucu da bunları sinema izliyor hissiyle okur.

Geçmiş zamandaki hadiseler günümüz sinemasında aktarıldığı gibi, gelecekte yaşanacak olaylar da hakikat sinemasında iman gözüyle müşahede edilebilir. Buna Risale-i Nur’da geçen şu parça misal olarak verilebilir:

“Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramı’nda oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar, kat’î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım.”7

Evet, Bediüzzaman gördüklerine ibretle bakmıştır. O ibretle baktıkça manevî sinema perdeleri ona açılmıştır. Çünkü onun için sinema bir ibret vesilesidir ki bu da ancak hakikatlerin gösterildiği sinemalarda olur.

Bediüzzaman sinemayı günümüz sinemasından çok başka olarak hakikate yormuş ve hakikatle yoğurmuştur. Bediüzzaman için sinema, kâinatı nazar-ı ibret ve tefekkürle seyretmektir.

Dipnotlar:
1) Tıklayınız.
2) Tıklayınız.
3) Tıklayınız.
4) İsrâ Suresi: 1.
5) Necm Suresi: 7.
6) Abdurrahman Aydın, Risale-i Nur’dan Gaybî Kavramlar, s. 63.
7) Asa-yı Musa, 3. Mesele.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*