Kendini okumak

Hiçbirimiz dün olduğumuz kişi değiliz.Hislerimiz, düşüncelerimiz, dünyaya bakışımız… Her biri biz fark etmesek de değişip dönüşüyor. Fakat yazdıklarımız? Kâğıda döktüklerimiz? Hayır! Onlar belki de yüzyıllar boyu bizimle beraber… Kalemle âdeta sonsuzluğa, sonsuzluğu yazıyoruz. Tıpkı bir fotoğraf karesi gibi… Belki bir daha hiç olamayacağımız yerlerde, hiç olamayacağımız insanlarla o küçücük kareye hapsoluyoruz. Dedikleri gibi “an”ı ölümsüzleştiriyoruz. Yazmak da öyle: “Anı” ölümsüzleştirmek.

O yüzden belki de yazmak cesarettir. Öyle ki, kendisinin bile bilmediği, zihninin derinliklerinde bir yerlerde sıkışmış, belki üstü örtülmüş meseleleri yazarak gün ışığına çıkarmak insanın bir nevi kendisiyle yüzleşmesi değil mi? Hangimizin buna cesareti var? Bu, insanın sadece kendiyle olan hesaplaşması değil, gelecekteki kendisine de benliğini aşikâr etmesi… Zira fikirler tagayyür etse de o peş peşe sıralanmış kelimeler âdeta o eski defter yaprağına mıhlanmış gibi daima “Ben buradayım” diyecekler. Sağ üst köşeye usulca iliştirilmiş o tarih ibaresi de memnuniyetle tanıklık edecek.

Geçmişle geleceğin küçük bir köprüsü hükmünde olan o sahifeler her ne kadar sevimsiz birer şahit olsalar da bize her daim kendimizden haber veriyorlar. İhtimal o ki sıkıntılarımızın büyük çoğunluğu kim olduğumuzu bilmemekten, her gün aynada karşı karşıya geldiğimiz o insanı tanıyamamaktan kaynaklanıyor. Fakat o bembeyaz sayfaya serpiştirilmiş birkaç cümle, bize kendimizi en saf haliyle tanıtıyor, derinlere saklanmış mülahazalarımızı dupduru bir biçimde sergileyerek bizi âdeta zihnimizde gezinti yapmaya davet ediyor. O halde yazmaktan korkmak anlamsız… Okumaktan nasıl korkmuyorsak, kendimizi okumak için de yazmaktan korkmamak gerek.

Yunus Emre’nin de dediği gibi:

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendin bilmezsin

Ya nice okumaktır!

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*