Kumanda: Nefismatik!

Köye radyo ilk geldiğinde, içinde konuşan küçük insanlar var sanılmış.

Televizyonda görünen olaylar gerçek diye düşünülmüş. Ekran veya perdedekilerin kendilerini gördüklerini zannetmişler. “Zeki Müren de bizi görecek mi?” repliği hâlâ dillerde.

O dönem insanları çok hızlı bir değişim ve dönüşüme şahit olmuşlar.

Kocaman transistörlü radyodan cep radyosuna, siyah-beyaz TV’den, renkli ve son sistem televizyonun kısa sürede yaygınlaşmasını yarı hayranlık, yarı şaşkınlıkla seyretmişler.

Günümüzde ise, ileri teknolojinin devreye girmesiyle film, dizi, video, instagram vs günlük hayatımızın bir parçası olmuş.

SİHİRLİ İCAT…

Ses ve görüntünün kaydedilmesi 1888 yılında başlamış. İlk filmler sessiz ve rastgele görüntüler şeklinde yapılmış. Konulu filmler daha sonra çekilmiş. İlgi görmesi üzerine sinema salonları açılmış. Paralı gösterim başlamış.

İlk sesli film 1927’de çekilmiş, 1930’dan sonra tüm filmler sesli olmuş, filmler renklendirilmeye başlanmış. 1950-1960 arasında televizyon devreye girmiş.

ADIM ADIM ALIŞ(TIR)MA!

Ülkemize gelmesi de sancılı olmuş. Bu yeni icat başlarda şaşkınlık ve şüpheyle karşılanmış. Aydınlar sinemanın faydaları ve zararlarını tartışmışlar.

Eleştirilere göre, sinemaların insanları gerçeklikten uzaklaştırarak hayal dünyalarına sokması bütün sorunların temel nedenidir. Endişelerin daha çok cinsler arası ilişkiler ve cinsellikle alakalı olması dikkate şayandır. Buna ek olarak şiddet unsurlarının ve mukaddesata aykırı hususların gösterilmesidir.

HAYATIN TAKLİDİ

“Kimi, bu sihirli icadı gidip görmeyi günah sayıyor, kimi gidip gördüğünden dolayı tevbe, istiğfar ediyor, kimileri ise bir medeniyet unsurunun daha yurda girmiş olduğuna seviniyorlardı.”

“Artık sinema hayatın taklidi olmaktan çıktı. Şimdi hayat sinemayı taklit ediyor. İnanmazsanız genç kızlarımıza, genç beylerimize bakın!” (1930’lu yıllar). Film kahramanları lüks villalarda oturuyor, pahalı arabalara biniyor, aldatma normal sayılıyor. Ahlâkî davranışlar ve aile ilişkileri kötüleniyor. Gençler kuralsızlığa, tembelliğe, kısa yoldan zengin olmaya özendiriliyor.

EMPERYALİZMİN GİRİŞ KAPISI

Film endüstrisi kültürel emperyalizmin bir aracıdır. Sanatın gücü küçümsenemez. Reddetmek, kızmak yerine; iyiye, güzele, faydalıya yönlendirmek gerekiyor.

Günümüzde birçok siyasî örgüt ve firma filmleri reklam ve bilinçaltı yönlendirme aracı olarak kullanmaktadır. Siyasî otoritelerin zaman zaman sansür uygulaması ayrı bir problem.

ÇİZGİ FİLMLER MASUM MU?

Çizgi film ve animasyonlarda gözden kaçmış gibi görünen ama aslında bilinçaltında çocukları suç ve uygunsuz alışkanlıklara yönelten unsurlar tespit edilmiş.

Süper kahramanların görselleri çocukların çantalarında, kıyafetlerinde… Çocuklarımız ecnebî kurgu karakterlerle büyüyor. Kendi gerçek kahramanlarımızdan uzak yetişiyor.

Kişinin özüne ve ruhuna hitap etmeyen korku, psikolojik bunalım, suç ve şiddet içeren birçok film, kişinin ruh sağlığını gerçek manada olumsuz etkiliyor.

Aşırı drama, aşırı komedi veya yetişkin içerikler de kişinin haz ve hissiyat sorunlarıyla stres yaşamasına neden oluyor.

OLAY VE GERÇEKLİK

Ahmet Altan konunun başka bir yönüne dikkat çekiyor:

“Şimdi düşünün, bir film seyrediyorsunuz…

“O filmi seyrederken ağlıyorsunuz, gülüyorsunuz, korkuyorsunuz, öfkeleniyorsunuz. Bütün o duygularınız gerçek, gözyaşlarınız gerçek, kahkahanız gerçek, tüylerinizin diken diken olması, yumruklarınızı sıkmanız gerçek.

“Ama bu duyguları yaratan ‘olay’ gerçek değil. Hayal gücümüz başka bir hayalin içine sızıyor, o hayalin parçası haline geliyor. Beden kendisiyle hiç ilgisi olmayan bir olaya ‘gerçek’ tepkiler veriyor.”

ÖLÇÜ: KUMANDAYA HÂKİMİYET!

İlk özel televizyonlar çıktığı zamanlarda, olumsuz örnek oluşturacak filmlerden şikâyet artmıştı. Dönemin başbakanı “kumanda ellerinde, seyretmesinler, kapatsınlar” demişti. Bir yazar bunun üzerine “Kumandamız nefismatik! Kumandaya hâkim olan nefsine hâkim olur” demişti.

Ölçümüz ne olmalı? Lüzumlu vazifeleri aksatmaya sebep olmamak, meşru dairede keyifli hevesatta 1/5 oranını geçmemek ve bağımlı olmamak şartıyla seyredilebilir.

Kısmen daha sakin, bilgilendirici ve gözü yormayan, şiddetli geçişlerin olmadığı filmler tercih edilebilir. Haftada iki defadan fazla olmamalı. Kumandaya hâkim olmalı… Telefona da…

BEDİÜZZAMAN SİNEMADA

1921 yılında Bediüzzaman’ı, talebesi Molla Süleyman ile sinemaya gittiğini öğreniyoruz. O zamanki filmlerin tamamı sessizdi.

Film arasında talebesine soruyor: “Anlat bakayım, ne anladın filmden?” Süleyman “Hiçbir şey Üstadım!” diyor.

Bediüzzaman bunun üzerine, “İşte bu dünya hayatı da aynen sinema perdesine benzer. Kendisi sabit olmadığı gibi, içindekiler de fânî; hiç durmuyor, sürekli akıp gidiyor.”

DÜNYA HAYATINA GÜVENME!

“Onun için dünya hayatına hiç güvenme oğlum. Hayatlarımız, izlediğimiz bu film kadar kısa ve geçicidir. Ömrümüz sinema perdesindeki görüntüler gibi göz açıp kapayıncaya kadar akıp gidecek, sonra da hesap faslı başlayacak.”

İbret gözüyle bakabilmek önemli..

“CANLI CENAZELER!”

“Ara sıra sinemaya ibret için gittiğimden, bana, İstanbul içindeki insanlar, o dakikada, sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdikleri gibi, aynen ben de o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki: Madem bu kabristanda olanlardan bir kısmı, sinemada, gezer gibi görülüyor; ileride kat’iyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör. Onlar da cenazelerdir, geziyorlar.” (Lem’alar, 10. Rica)

MANEVÎ SİNEMALAR…

Bediüzzaman’a göre gece gündüz akan günler, mevsimler İlâhî hakikatleri gösteren sinemalardır. “Hayalî tarzlarını her gece ve her sene sinema levhaları gibi seyirci mahlûkatına gösterir.”

Aile hayatı ve çocuklar mukaddes bir sinemadır: “Masum evlâtlarınızla mâsûmâne sohbet, yüzer sinemadan daha ziyade zevklidir.”

Cezaevinin karşısındaki lisedeki kızların, elli sene sonraki vaziyetlerini, manevî bir sinema ile görüyor ve onların haline ağlıyor.

BIÇAK VE NEŞTER

İnsanın fıtratında hayra da şerre de, iyiye de kötüye de meyil ve kabiliyet var. Kullanma şekline göre netice değişiyor. İmtihan dediğimiz tam da bu…

Bıçak katilin elinde ölüm aleti olurken, neşter (tıpta kullanılan çok keskin, küçük bıçak) doktorun elinde hayatı kurtarmaya vesile oluyor.

Film endüstrisi de öyle. Risale-i Nur bir tecdit (yenileme) hareketi ise; romanı da, sinemayı da, dizi filmleri de, kısacası hayatın her alanını da yenilemelidir. İnsanlığın, İslâmın hayrına istihdam etmelidir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*