Cemaatlerin gerekliliği ve ideal cemaat kavramı

Cemaatler günümüzün bir gerçeği. Ferdi ön plana çıkaran, şahsa gereğinden fazla değer vererek şahıs için topluluğu feda eden günümüz menfi fikir akımlarına karşı; cemaatle hareket eden, cemaatin menfaatini nazara alan ve çoğunluğun hukukunu gözetenler ayakta durabiliyor. Bu sebeple cemaatleşme, sivil toplum ve bir fikir etrafında toplanan çeşitli grupların varlığı bu zamanın bir gereği ve önemli bir unsurudur.

Cemaat kavramına baktığımızda, “toplamak, bir araya getirmek” anlamındaki cem’ masdarından türeyen Arapça bir isim olduğunu ve “insan topluluğu” manasına geldiğini görüyoruz.1 Bu toplulukları oluşturan şahıslar aynı fikirde birleşip bir bütün olmakta ve âdeta manevî bir şahıs gibi hareket etmektedirler. Her topluluk, oluşturduğu bu şahs-ı manevî sayesinde bir ya da birkaç şahsın fikriyle değil şahs-ı manevînin ortak aklı ile hareket etmektedirler.

Din gibi kuvvetli ve hayatın her alanında yer alan bir kavram etrafında birleşildiği için cemaat denince akla ilk olarak dinî cemaatler gelmektedir fakat her topluluk bir cemaat sayılabilir. Dinî cemaatlerde yazılı kurallardan ziyade dinin çizdiği sınırlar etrafında ve uhrevî, yani ahiret hayatı gözetilerek yapılan bir birliktelik varken sivil toplum kuruluşlarında yazılı kurallar daha ön plana çıkmaktadır. Ayrıca üyeler arasındaki bağlılık, dine bağlılık nispetinde arttığı için dinî cemaatlerde daha yüksektir. Sivil toplum üyeleri ise daha çok dünyevî amaç ve hedefler çerçevesinde birleşir ve üyelerin birbirine bağlılıkları da yine o nispette olur.

Menfi fikir akımları ise insanın kimseye muhtaç olmadığını, toplumda tek başına mücadele etmesi gerektiği fikrini savunurlar ancak bu fikri savunurken de aslında arka planda topluluk halinde çalışmakta ve şer cephesinde bir şahs-ı manevî oluşturarak hareket etmektedirler. Yani şer cephesi de toplumda var olabilmek için topluluk oluşturarak hareket etmek gerektiğinin farkındadır, ancak topluma zarar verme niyetiyle hareket ettikleri için ferdiyetçiliği ve toplumu ayrıştıran fikir akımlarını savunmaktadırlar.

Bediüzzaman Hazretleri bu zamanda cemaatin önemini şöyle vurgular: “Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdî şahısların dehası, ne kadar harika da olsalar, cemaatin şahs-ı manevîsinden gelen dehasına mağlup düşebilir.”2

İnsanın tek başına topluma atılması ve kimseye muhtaç olmaması insan fıtratına terstir. Hastalıklar, musibetler, zorluklar gibi türlü sıkıntının mevcut olduğu hayatta, insanlar illâki birilerine muhtaçtır ve yardım almaları iktiza eder. Bu ise cemaatlerde daha belirgindir ki; yardımlaşma, dayanışma, paylaşma gibi güzel hasletler cemaatlerin içerisinde daha çok yaşanır. Cemaate mensup her kişi, diğerinin maddî-manevî ihtiyacını gözetir.

Dinî cemaatler “ahireti kazanmak” hedefiyle birleştikleri için dünyevî menfaatler onları bu hedef ve amaçlarından saptırmamalıdır. Bilhassa siyaset gibi bir mecrada yer edinmek, dinî cemaatlerin yapısına aykırıdır. Çünkü siyasette rekabet hüküm sürerken, cemaatler içerisinde dayanışma hâkimdir. Siyasette hedef öncelikle dünyevî makamlar elde etmek iken, cemaatlerde hedef daima uhrevîdir. Siyaset, makamlar uğruna şahısların nazarını hiçe atabilirken cemaatlerde bu söz konusu olamaz. Şahısların hukuku daima gözetilir. Kul hakkına riayet dinî cemaatlerde mühim bir kaidedir.

Siyasete girip dine hizmet etmek noktasında Bediüzzaman şunları ifade etmiştir:

“Siyaseti asabiyetle dinsizliğe alet etmelerine mukabil, biz de siyaseti dine alet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saadetine çalışmışız.”3 “Din umumun mukaddes malıdır, hiçbir siyasete alet ve tâbî olamaz.”4

Cemaatler dinin genel ilkeleri doğrultusunda siyasîlere yalnızca nasihat vermekle vazifelidir. Siyaseti dine dost yapmak için çalışırlar. Direkt olarak siyasete atılmak cemaat kavramına, bilhassa dinî cemaat kavramına zıttır. Çünkü cemaatler, umumî ve ortak kaideleri; dinî, ahlakî değerleri savunurlar. Bunlar tek bir siyasî partinin tekeline alamayacağı yüksek değerlerdir.

Cemaatlerde taksimü’l-a’mal denilen, iş bölümü vardır. Cemaatler içtimaî hayatla iç içe oldukları için, topluma fayda sağlayacak işler, iş bölümü yapılarak paylaşılır. Cemaatlerin ana gayesi topluma fayda sağlamak olduğundan ve bu ise birkaç kişiyle değil, cemaatin her üyesinin desteğiyle en ideal şekilde yapılabileceğinden, aralarında iş bölümü yapılır. Herkes kendi kabiliyetine göre en uygun işi seçer ve yapar. Bu, vazifelendirme şeklinde de; gönüllü olarak da yapılabilir. Çeşitli görev alanlarında (neşriyat, faaliyet, eğitim gibi) istişareler ile vazife alan kişiler yine uygun gördükleri kişilere bu alanlarda çeşitli görevler verebilir.

Cemaatlerin maksadı; ihlâs ile, Allah’ın rızasını gözeterek toplumun dünyevî ve uhrevî saadetini temine çalışmaktır. Dünyevî saadet için ise hürriyet, adalet, meşveret gibi temel kaidelerin toplumda ma’kes bulması gereklidir. Cemaatler bu gibi temel kaideleri savunur ve kendi içlerinde hürriyeti, adaleti ve meşvereti canlı tutar. Çünkü bu değerleri savunmak için önce yaşamak gerektir. Cemaatler, daima her mensubunu içerisindeki istişare sistemine alır ve fikirlerinden yararlanır. Cemaatlerde herkesin bir reyi vardır ve kimsenin reyi kimseden üstün olmamalıdır. Yapılan meşveretler ile bir fikirde birleşilir ve cemaatin mensupları ayrılıktan uzaklaşıp bir bütün olarak hareket eder.

Cemaatler, kendi içlerinde bir vücudun organları gibi hareket etmelidirler. Bir organda aksama varsa diğerleri onu tolere eder. Birbirini tenkit etmek değil, teşvik vardır. Tahakküm yok, birbirine muavenet etmek, yardımına koşmak vardır. İhlâs sırrıyla birbirine dayanışma içerisine girerler. Birbirinin gözü kulağı olup, birbirinin eksiklerini tamamlarlar. Dualar ile manevî bir şirket misali birbirine güç olurlar.

Cemaat mensupları, şahıslara değil; sarsılmaz hakikatlere bağlı olduklarından ve bu hakikatler onların ortak bir dayanak noktası olduğundan birbiriyle şiddetli alakadardırlar. İrtibatta ileri gidip daima münasebet içerisinde, hakikatler etrafında toplanıp birbirleriyle sıkça görüşürler. Geçici dünyevî bağlar ile değil bâkî, uhrevî bağlar ile bağlı olduklarından birbirlerine samimî muhabbet beslerler.

Cemaatler, menfi harekete karşı olup daima müspet hareket eder ve onu savunurlar. Toplumun iç huzurunu bozacak en ufak davranıştan uzak dururlar. İman hizmeti ana gayeleri olduğundan, imana hizmet eden herkesi daire içerisine alırlar.

Cemaatler, ortak noktalarda birleşmeye çalışır. Fikir ayrılığından dolayı kimseyi daire dışına atmaz. Bu noktada Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur cemaatinin özelliğini beyan etmiştir: “Risale-i Nur, bir daire değil; mütedahil daireler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahipler ve haslar ve nâşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakatları var… Az bir kusurla düşman sınıfına iltihak etmemek için, dışarıya atmayınız.”

Cemaatler; sarsılmaz, değişmez, net kaideler olan Kur’ân hakikatleri ile şekillendiğinden, siyasetteki gelişmeler ve değişmeler onları dosdoğru yol olan iman ve Kur’ân hizmetinden vazgeçiremez. Ve siyaset sebebiyle cemaat mensuplarındaki uhrevî kardeşlik bağlarına zarar gelmez. Cemaatler siyasî gelişmelere geçici, ehemmiyetsiz rüzgârlar olarak bakar. Bütünüyle varlığını siyasete bağlamak cemaatlerin yapısına aykırıdır. Cemaatler siyasî gelişmelere her zaman ihtiyatla bakar. Eğer müspet bir gelişme ise tebrik eder, destek olur. Menfi ise karşı çıkar, zulme sessiz kalmaz, kalamaz. Ancak iman hizmeti daima devam eder.

Dipnotlar:
1) İslâm Ansiklopedisi
2) Emirdağ Lahikası
3) Divan-ı Harb-i Örfî.
4) Sünuhat.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*