Konuşmak

“İnsandan insana miras olarak söz kalır. Vücudun nasibi hep ağızdan girer. Ruhun nasibi ise sözdür ve kulaktan girer.” (Yusuf Has Hacib)

“Âfetü’l-insân mine’l-lisân” (İnsanın felâketi dilindendir) ve “Selâmetü’l-insân fî hıfzi’l-lisân”

(İnsanın selameti dilini muhafaza etmesindedir) denmiştir. O halde konuşma nerede başlar, nerede biter? Kim konuşur, kim susar? Kime karşı konuşulur, kime karşı konuşulmaz?

Konuşmada muhatabı kim seçer?

“Herkese dünya terakkî dünyası olsun, yalnız bizim için mi tedenni dünyasıdır? Öyle mi? İşte ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum; müstakbeldeki insanlarla konuşacağım.

Ey yüzden tâ üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş, sâkitane benim sözümü dinleyen ve bir nazar-ı hafiyy-i gaybî ile beni temaşa eden (Said, Hamza, Ömer, Osman, Yusuf, Ahmed vs.) size hitab ediyorum.

Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgraf ile sizin ile konuşuyorum.” (Emirdağ-2)

Bediüzzaman’ın bu tavrı, konuşmada muhatap için zaman, mekân ve kişi seçiminin önemini ortaya koyuyor. Bunun için Bediüzzaman’ın teklifi, özellikle teknolojiyi konuşma biçimlerini geliştirmede ve zenginleştirmede kullanabilmektir. Bazen konuşmamak yerine konuşmanın muhatabını, zamanını ve iletişim biçimini ve teknolojisini (meselâ telsiz telefon) değiştirmek akıllıca bir yol olabilir. Konuşmamak bir tercih iken, kiminle konuşacağını bilmek daha büyük bir tercihtir. Bunun ise tamamen bir eğitim meselesi olduğu bilinmelidir.

“Konuşmasını çok çabuk öğrendim. Susmasını öğrenmek için ihtiyarlamam icap etti. Hoca Ali Rıza Bey’den duydum: “Hır hır ahmağın, inat cahilin / sükût ârifin, seyran kâmilin.” diye anlatıyor A. Süheyl Ünver.

Konuşmayı ertelemek, bekletmek, içine yöneltmek, sessize almak, kişileri reddetmek, bütünüyle konuşmayı bitirmek. Bütün bu tercihler, tarih içinde büyük örneklerle birlikte anlatılmıştır. Kur’ân’dan üç örnek:

“Yûsuf, üzüntüsünü içinde sakladı, onlara belli etmedi.” (Yûsuf, 77.)

“Yakûp onlardan yüzünü çevirdi.” (Yûsuf, 84.)

“Meryem: Bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.” (Meryem, 26.)

Günümüzün konuşma yaklaşımları ile ilgili olarak Şeref Oğuz, bir kaç ölçü belirliyor:

1. İletişim süreçlerinin geliştiği bu çağda dialog becerisi meslekî bilginin önüne geçti

2. İyi iletişim monologla değil diyalogla olur. Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı…

3. Karşındaki konuşurken onu dinlemiyor ve ne söyleyeceğini düşünüyorsan; buna monolog deriz.

4. İki monoloğu toplasan bir diyalog etmez

5. Diyaloğun kalitesi, dinlemeyi öğrenmekle artar ve başarının anahtarlarındandır.

Tarihin geldiği yeni konumda küresel enflasyon pandemisi kol geziyor. Bu enflasyon sadece ekonomik değil dışındaki neredeyse tüm alanlarda kendini gösteriyor. En tehlikeli enflasyon ise, şüphesiz söz enflasyonudur. “Dil piyasasında kelimeler o denli çoğalır ki, Tanrı’nın kelimelerini işitemez oluruz!” diyordu Andre Gide, Kalpazanlar‘da. O halde o kadar çok gürültü var ki, hiç bir söz gerçekten tam duyulamıyor.

Bir de hiç konuşmayanlar veya konuşmak ile ilgili bir planı olmayanlar: Korkaklar. Eminsizler. İmanın korkuyu yenmekten ibaret bir emniyet inşa ettiği düşünüldüğünde konuşmayı bir emir olarak görmek gerekir. Dilsiz şeytandan olmaktan Allah’a sığınmak, konuşmayı bir gereklilik olarak önümüze getiriyor.

İsmet Özel’in “Zor Zamanda Konuşmak” kitabındaki “düşünceler” üzerine söylediklerini pekâlâ “konuşulanlar” için de değerlendirebiliriz:

“Zaman ve mekân içinde katettiğimiz mesafe belki geri alınabilir, ama bizler o mesafeyi hiç katetmemiş olan kendi eski durumumuzu yeniden ele geçiremeyiz. Sözünü ettiğimiz mesafe yalnız maddî çevrenin değişmesi ile ilgili değildir, aynı zamanda düşünce dünyamızda da geçerli olan bir değişmeyi yaşıyoruz. Eğer bir şeyi düşünmüşsek, onu bir daha düşünmemiş olmayı başaramayız.”

Konuşmak da atılan bir ok gibidir. Hedefi bulsa da bulmasa da atılmış bir ok, atılmamış bir ok gibi değildir.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*