OYUN

Düşünseler şunu da anlarlardı ki: “Bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir. Keşke bunu bir bilselerdi.” (Ankebût, 64)

Muhammed Sûresi, 36’da ise şöyle buyruluyor:

“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez.”

Bu ayetteki gibi bir “oyun”u Bediüzzaman şöyle bir temsille tefsir ediyor:

“Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, -herbirisine yirmidört altın verip- iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: “Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübayaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir.”

Oyunun kuralları bu şekilde ortaya konuyor. Ardından:

“İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki; sermayesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan; istasyona kadar yirmiüç altınını sarfeder. Kumara-mumara verip zayi’ eder, bir tek altını kalır.”

Kazanan insaflı davranarak kaybetmek üzere olana yol gösteriyor. İpucu veriyor:

“Arkadaşı ona der: ‘Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerimdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru affeder. Seni de tayyareye bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun.’”

Oyunun bu aşamasında kısa bir yorum, izleyiciden bekleniyor:

“Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefahete sarfetse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?” (Sözler)

 

Hakikat mi, yalan mı?

Her oyun “hakikat” için bir sınavdır. Her oyunun kazananları ve kazanılanları, kaybedenleri ve kaybedilenleri vardır. Her biri, içinde birer riskler toplamıdır. En büyük “oyun” ise anlaşılıyor ki, dünya hayatıdır.

Filmde: “Ölmekten korkmuyorum. Yeterince canlı olamamış olmaktan korkuyorum. Tüm okulların kara tahtalarına yazılmalı: Hayat bir oyun alanıdır. Başka hiçbir şey değil…” diyordu Nemo Nobody. “Satranç tahtası insan zihninin jimnastik salonudur”, demiş Blaise Pascal… Onun için, oyun içinde oyunlar oynanıyor. Ümit Kıvanç ise: “Neden hayatınız yalan? Neden hiçbir oyunu dürüstçe oynayamıyorsunuz? Neden tek bir işi kuralına göre yapmıyorsunuz? Neden utanmanız yok?” diye oynayış biçimlerine isyan ediyor.

O zaman, oyun, ruh ve aklın soyut ve somut üzerindeki ilişkilerini ölçmek için zihnin çarklarında üretilmiştir. Oyunların çoğu insanların beklentileri üzerine kurulmuştur çünkü. Buradan zaaflar ve hatalar üzerinden giderek, “oyun hileleri” kısa yollu ve bozulmuş çözümlemelerle bu beklentileri kullanabiliyor. Ancak asıl olan, oyun oynamak mı, oyunun kendisi midir? Yoksa ardındaki gerçek midir bizi peşinden sürükleyen? Oyun, gerçeğe götüren bir yalana dönüşmesin sonunda… Alışkanlıklar biçiminde…

“Yıldızlar aslında bir yalandan ibaret. Gece gökyüzünde gördüğümüz ışıltılar o kadar eski ki belki de bize ulaştığında kaynakları çoktan yok olmuştur” deniyor.

Van Gogh, “benim için hiçbir şey ifade etmiyor” dediği “Yıldızlı Gece” adlı tablosunun fazla ‘soyut’, hayatın ve doğanın ritminden uzak olduğunu düşünüyordu. Benzer tabloyu, Malezyalı fotoğrafçı Grey Chow’un, “Zamanın Akışı” adını verdiği, hızlandırılmış çekim tekniğiyle çekilen fotoğraf, gökyüzünün gece vakti hareketliliğini bir tek karede yansıtıyor. Bu yansıma aslında ne gerçek durumu, ne de bir kurmacayı, ama aynı zamanda her ikisini de ifade ediyor; hem elle tutulur hem de soyut bir şeyi. Oyunun ta kendisini… Yıldızlar yalan. Ama bu oyunun altında daha derin bir gerçeğin olabileceğini düşündürüyor.

Satranç oyununda “Oyunun konumunu anlayabilmek için, onları istemsizce soyut şifreler evrenimden somut hareketli taşlar düzlemine ayarlamam gerekecekti önce” diyecektir oyuncu…

 

 Nash dengesi

“Oyun oynarken ihtiyacımız olan aslında sadece biraz matematik biraz şizofreni”: John Nash… Çağımızın Nobel ödüllü bilim adamı, ilham olabilecek bir şizofreni hastasıdır. “Oyun Teorisi” üzerine yazdığı tezi her oyuncunun kendi hamlesine karşın diğerlerinin yapacağı hamleyi hesaba kattığı stratejik durumlardaki insan davranışlarını (tercihlerini) inceler. Teori politika, poker, biyoloji, en çok da ekonomi ve farklı alanlarda  davranışları modellemek için kullanıyor. Bu noktada, John Nash diyor ki, karma stratejili (oyuncuların tercihlerini belli bir ihtimalle seçmeleri), sonlu sayıda oyuncunun, sonlu sayıda tercih ile oynadığı her oyunun bir dengesi vardır. (Nash dengesi olarak geçiyor.) Bu denge noktasında, her oyuncu diğer oyuncuların stratejilerine bakıldığında en iyi konumdadır, yapacağı bir hamle değişikliği ona kazanç sağlamaz.

 

Bediüzzaman’ın ihtimal hesapları…

Bediüzzaman Hazretleri’ne bir gün Tahir Paşa’nın meclisinde şöyle bir sual mevzu oldu: On beş tane Müslüman ile on beş gayr-ı müslim farz edilerek, birbiri ardı sıra dizilince, (Yani, bir Müslüman ve bir gayr-ı müslim şeklinde birbirlerinin arkasında dizildiğini farz edersek) on beş defa kur’a çekilecek, her defasında kur’a daima gayr-ı müslime isabet ettirilmek matlubdur. Taksimi nasıl yapılacak?

Bediüzzaman; “Bu mes’elenin yüz yirmi dört ihtimalli durumu vardır” diyerek, buna göre hemen taksimatını zihninden çözer ortaya kor. “Bundan daha müşkülünü ben kendim icad ederim ki; iki bin beş yüz ihtimalli durumlusunu yaparım” diyerek elli ferd Müslüman ile elli de gayr-ı müslim farz olunan meseleyi iki saat zarfında zihninden halledip yapar ve Tahir Paşa’ya bir risale hâlinde ibraz eder.

Daha sonraları bir gün şöyle bir sual mevzu’ olur: Küre-i arzın tamamı buğday taneleri farz olunsa, kaç tane olur? Bunu da yine zihninden kalemsiz halledip ibraz eder.

Başka bir gün, “Âdem Aleyhisselâm’dan bugüne kadar saniyenin onda biri olan âşireden ne kadar zaman geçmiştir?” şeklindeki mes’eleyi de Bediüzzaman iki buçuk saatte hesaplayarak zihninden çözer.

Başka bir gün: “Küre-i Arzın her noktasına yağmurun yağdığı farz edilirse, kaç damla eder?” diye bir sual medar-ı bahs olur. Buna karşı Bediüzzaman der ki: “O şekil değil de, belki bütün Küre-i arza bir saniyede yağan yağmurun her dört parmak yere dört damla düşerse, bu surette on sene mütemadiyen durmadan yağarsa, kalemsiz zihnimden çıkarabilirim” diyerek üç saat içinde halleder.

Fakat Bediüzzaman, bu dakîk ve acîb hesapları yaptıktan sonra, bir sû-i nazar neticesi olarak, Bitlis’te Şeyh Emin Efendi’nin suallerine cevaplar verdikten sonra dimağında bir rahatsızlık, bir yorgunluk görüldüğü gibi; bu defasında da şiddetli, ona benzer bir rahatsızlık ârız olur. Ve uzun müddet devam eder. Bundan sonra, artık bu gibi hesap işlerine karışmaz. Bir müddet sonra lillahilhamd tamamıyla şifayab olur. (Abdülkadir Badıllı, Genişletilmiş Tarihçe-i Hayat)

Oyun zehirlenmesi var bir de… Sayısız kereler oynadığı bir oyun mudur, yoksa sadece bir tür düşsel yanılsama mıdır, bundan emin olamaz. Bir oyun mu, yoksa bir tür delilik sanrısı mıdır, bir oyuncuyu en çok meşgul eden soru hâline gelir. Bu durumda en iyisi oyundan uzak kalması tavsiye edilir.

 

Sayıların “oyunu”: Ebced

“Her kitabın bir özü vardır ve bu kitabın özü de hece harfleridir” buyuruyor Hz. Ali, sayıların “oyunu” ebcedi kullandığı kitabı ile ilgili.

Bediüzzaman ise: “Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umumî bir düstur-u ilmî ve bir kanun-u edebî olduğuna deliller pek çoktur” dedikten sonra, bunlardan:

“Birincisi:

Bir zaman Benî İsrail âlimlerinden bir kısmı huzur-u Peygamberî’de surelerin başlarındaki 

gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: ‘Yâ Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır.’ Onlara mukabil dedi: ‘Az değil.’ Sair surelerin başlarındaki mukattaatı okudu ve ferman etti: ‘Daha var.’ Onlar sustular.”

İkincisi:

Hazret-i Ali Radıyallahü Anh’ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile te’lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış.

Üçüncüsü:

Cafer-i Sadık Radıyallahü Anh ve Muhyiddin-i Arabî (ra) gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zâtlar ve esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.

Dördüncüsü:

Yüksek edibler bu hesabı, edebî bir kanun-u letafet kabul edip, eski zamandan beri onu istimal etmişler. Hattâ letafetin hatırı için, iradî ve sun’î ve taklidî olmamak lâzım gelirken, sun’î ve kasdî bir surette o gaybî anahtarların taklidini yapıyorlar.

Beşincisi:

Ulûm-u riyaziye ülemasının münasebet-i adediye içinde en latif düsturları ve avamca hârika görünen kanunları, bu hesab-ı tevafukînin cinsindendirler. Hattâ fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-u hesabîyi bir düstur-u nizam ve bir kanun-u vahdet ve insicam ve bir medar-ı tenasüb ve ittifak ve bir namus-u hüsün ve ittisak yapmış. Meselâ; nasılki iki elin ve iki ayağın parmakları, a’sabları, kemikleri, hattâ hüceyratları, mesamatları hesabca birbirine tevafuk ederler. Öyle de; bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mazi baharlarına ihtiyar ve irade-i İlahiyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatları, Sâni’-i Hakîm-i Zülcemal’in vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir.” (Şualar)

 

Yapay zeka yazılımları

Bilim insanı Adrien Gaidon ve ekibi, yapay zekâ algoritmalarının oyunlar içinde geliştirilmesi ve test edilmesini sağlayacak bir çalışma yürütüyor. Gaidon, oyunların gerçekliğinin giderek artmasından yola çıkarak, yapay zekâ yazılımlarının da bunların içinde test edilebileceğini düşünüyor. Bu kapsamında, gerçek dünyanın sanal ortamda bire bir yansıtılması amacıyla, görüntüyü sanal ortama aktarmayı başaran bir yol da keşfetti. Böylelikle, gerçek hayattaki tüm nesnelerin ve görünümlerin sanal ortamda da bire bir yansıtılması sağlanmış oldu.

Yapay zekâ yazılımları mekanik araçlara anlama, karar verme, öğrenme, yorumlama ve öngörme gibi zekâ yetileri kazandırıyor. Bu becerisinin altında ise yapay sinir ağı (YSA) modelleri yatıyor. İnsan beyninin çalışma prensibini baz alan YSA’lar, önceden geliştirilen örnek olay örgülerini inceliyor ve karar verebiliyor. İnsan beyni ile olan en büyük benzerliği de bu özellikte yatıyor.

Böylece herkes yapay zekâ uygulaması geliştirebilecek, oyun içindeyken oyunlar kurabilecek… Rüyalar içinde rüyalar kurgulayacak… Sonra her şey bir “ses”le asıl yerine geçecek… Öyle mi?

 

 

Caner Kutlu
caner-kut@hotmail.com

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*