Belirsizlik

Farsça bir deyim: “Eğer ile meğeri evlendirmişler, onlardan ‘keşke’ doğmuş.”

Teknik direktör Arsen Wenger, futboldaki “eğer diyalektiği” diye tanımladığı olayı şöyle açıklıyor: “Kimi zaman başarısız bir antrenöre sabretmek, kimi zaman başarılı birini göndermek. Kazanılan puanlar ileride kaybedilecek şeyleri örtüyor olabilir.” Kimbilir, diyor Wenger, oyunun diyalektiği bunu gerektiriyor. Onun için, yeni bir çok cümleye “eğer öyleyse” diye başlamalıyız. Çünkü, “gelecek daha yazılmadı ve geçmişteki imkân ve koşullar gün itibariyle başka…”

0/0 veya ∞/∞ veya 00 veya ∞ üzeri ∞ durumları da Matematikteki bazı belirsizlikleri ifade ediyor. Gerçekten öyle midir, ya da, neden böyledir? Bir sayı neden 0’a bölünemez ya da ∞ neden sonsuzdur. ∞ neden ∞ a bölünemez. Sonsuz sonsuz parçalara neden bölünemesin? Sonsuz parçalanamaz ise neden sonsuzluk varlık içinde dolaşabiliyor. (Plank sabiti, zihinlere bir yerde dur dese de). Çokluk içinde sonsuzluk, aynı şekilde çokluk içinde yokluk dolaşabiliyor. Bu geçmiş için mi geçerli, bugün için mi, gelecek için mi? Geniş zaman ne kadar geniştir? Sınırlı sonsuz ile sınırsız sonlu gibi; sayılı elemanlı sonsuz çoklukta kümeler ile sonsuz elemanlı sınırlı sayıda kümeler. Varlık ve yokluk, varlık ve sonsuzluk belirsiz noktalar belirliyor. İnsan nasıl yoktur, nasıl vardır? Ölüm varlık mıdır, yokluk mudur? Mutlak varlık nedir? Mutlak yokluk var mıdır?

Modern fizik, bazen, belirsizlik evrenini karadelik içine atıp mahkûm edebiliyor. Ama sonra yine, bir şeyler dışarı kaçabiliyor. İnsan ise, hep bir yerde belirsizliği buluyor. Bu aşamada, Bertrand Russell:

“Matematik ve mantık, tarihin penceresinden baktığımızda, birbirinden tamamen ayrı disiplinler olmuştur. Matematik bilimle, mantık ise Yunanca ile bağdaştırılmıştır. Ama son zamanlarda her ikisi de gelişmiştir; mantık daha matematikselleşmiş ve matematik ise daha mantıksal bir hal almıştır” diyor.

Acaba: “Sonuçta, ikisi arasına bir çizgi çekmek artık tamamen imkânsız hale gelmiştir; hatta ikisi bir olmuştur. Birbirlerinden ancak bir erkeğin gençliği ve yetişkinliği kadar farklıdırlar. Mantık matematiğin gençliği, matematik ise mantığın gelişmiş halidir” diyerek çağdaş durumun bu birleşme ile belirsizlikleri aşabileceğini öngörüyor olsa mı gerektir?

Epikür, örneğin: “Ölümden korkmuyorum, ben varken o yok, o olduğunda ben olmayacağım” diyor. Ölüm belirsizliği böylece aşılabilir mi? Yönetmen Martin Scorsese The New York Times’taki röportajında onu motive eden şeyin ne olduğunu söylerken; bunun ölüm korkusu olmadığını, çünkü ölüm herkesin başındadır, fakat ona bakış açısı sağlayan bir anlayış olduğunu söylüyor. Tıpkı filmimde söylendiği gibi diyor Scorsese “it’s what it is” yani, yapacak bir şey yok; ne ise o! “Onu (ölümü) kucaklamalısın.”

Bediüzzaman ise geçmiş, gelecek ve an belirsizliği üzerine hayat ve musibet ve ölümle beliren değişik yüzleri arasında Matematik ve mantığı kullanarak ilişkiler kuruyor:

“Çünki o dünyanın sağ duvarı olan geçmiş zaman ve sol duvarı olan gelecek zaman, ikisi madum ve gayr-ı mevcud oldukları halde, birbiri içinde in’ikas edip gayet kısa ve dar olan hazır zamanın kanatlarını açarlar. Hakikat hayale karışır, madum bir dünyayı mevcud zannedersin. Nasıl bir hat, sür’at-i hareketle bir satıh gibi geniş görünürken, hakikat-i vücudu ince bir hat olduğu gibi; senin de dünyan hakikatça dar, fakat senin gaflet ve vehm ü hayalinle duvarları çok genişlemiş. O dar dünyada, bir musibetin tahrikiyle kımıldansan, başını çok uzak zannettiğin duvara çarparsın. Başındaki hayali uçurur, uykunu kaçırır. O vakit görürsün ki: O geniş dünyan; kabirden daha dar, köprüden daha müsaadesiz. Senin zamanın ve ömrün, berkten daha çabuk geçer; hayatın, çaydan daha sür’atli akar.”

Belirsizlik, tercihsizlik midir? Ya da seçeneklerin azalması mıdır belirsizliği azaltan? Yoksa, zaten tercih edilmiş olan mıdır? Bediüzzaman’ın “tercih bilâmüreccih muhâl değildir; belki, tereccûh bilâmüreccih muhaldir” yaklaşımı bir tercihin, tercih ediciler olmadan tercih edilme üstünlüğünün olamayacağını kabul ederken; diğer taraftan, tercih ediciler olmadan da bir şeyin tercih edilebileceğini savunuyor. Dolayısıyla, tercih belirsizliği denilen şey Bediüzzaman’a göre iradenin bir gereğidir. Richard Thaler ise bu noktada ‘Tercih Mimarisi’ kavramını kullanıyor. Bunu da bir örnekle açıklıyor: İki şirket düşünün. Her iki şirkette de özel emeklilik bir seçenek. İlk şirkette işe başladığınızda özel emekliliğe otomatik olarak başlayıp bu seçenekten çıkmak için form doldurmanız isteniyor. İkinci şirkette ise, işe başladıktan sonra özel emekliliğe geçmek için form doldurmanız isteniyor. Her durumda özel emeklilik sizin tercihiniz. Zorlama yok! Peki sizce özel emeklilik fonuna katılım oranı hangi şirkette daha yüksek? Thaler’e göre, ki pek çok deney de bunu gösteriyor, ilk şirkette katılım ikinci şirketin çok üstünde olacak. Oysa her iki şirkette de katılım çalışanın tercihi ama iyi bir tercih mimarisi ile ilk şirket fona katılımı kolaylaştırırken ikinci şirket fona katılımı zorlaştırıyor. Belirsizlik ve insan iradesi üzerine bu “ekonomik” yaklaşım, kendisine nobel ödülü kazandırıyor.

Zygmunt Baumann ise “belirsizlik” modern dönemin psikolojik ve sosyal olarak başlıca etkenidir, görüşünde. Şöyle diyor: “Belirsizliğin hoş bir durum olmadığı açıktır. Özgürlük hayali kuran insanlar ona gerçekten ulaştıklarında onun içerdiği tehlikeler karşısında dehşete kapıldılar. Özgürlük her zaman bir çeşit belirsizlikler getirir. Gelecek öngörülemezdir. Bu hoş bir durum değildir. Bu nedenle akışkan (süregiden) modernite otomatik olarak özgürlük yerine bir anlamda güvenliğe duyulan özlemi doğurur. Daha fazla güvenlik için hadi gelin özgürlüğümüzden bir parça feragat edelimdir. Kaybolmuş terkedilmiş körleşmiş hissedersiniz. Akışkan korkular akışkan modernitenin her zaman eşlikçisidir.” Ona göre, son on yıldır insanların biraz daha kesinlik uğruna özgürlük alanlarından feragat etmeye onları kısıtlamaya, sınırlamaya hazır olduklarına dair pek çok olay var. Diğer taraftan güvenlik olmadan özgürlük de olmuyor. Burada da bir belirsizlik doğuyor. Algılar çoğu durumu belirliyor, bir kısmını ise belirsizleştiriyor.

Elmas teorisi ile tanınan Prof. Yunus Çengel bir makalesinde maddenin ürettiği mânevî alanın varlık belirsizliğini nasıl kırdığını gösteren şöyle bir açılım yapıyor: “Elmas = Karbon + Işık. Yani elması elmas yapan ışıktır; daha doğrusu ışığı içine alıp yansıtabilme özelliğidir. İlginçtir ki elmasın etrafı da ışıkla doludur, ama biz her tarafı kuşatan o ışığı fark etmiyoruz bile. Bu görmediğimiz ışık aslında uzay dahil her tarafta vardır. Ama biz ışığın pırıltılarını elmas gibi ışığı alıp yansıtan maddelerde görürüz. O yüzden denilebilir ki karbon malzemesinden olan bir şey, eğer ışığı alıp yansıtabiliyorsa elmastır; yoksa grafittir. En harika elmas, ışığı optik bilimi kurallarınca en harika şekilde yansıtandır. Dolayısıyla, elması keserken ve işlerken göz önünde tutulan temel şey ışıktır ve ışığı yansıtma özelliğidir. İyi bir elmas sanatkârı olmanın birinci şartı da ışığı ve özelliklerini iyi bilmektir. Görüldüğü gibi, elmasın gerçekliği ve göz kamaştıran büyüleyici pırıltılarının sırrı ancak her tarafta yaygın olan ışık âleminin varlığını fark edince ve elmasa karbon ve ışık âlemlerinin uyumlu bir birlikteliği olarak bakınca anlaşılır.” Çengel’e göre, bu basit gözlem, varlıkların mahiyetini anlamakta sihirli bir anahtar rolü oynayıp çevremizi algılayışımızı ve yaratılış hakkındaki anlayışımızı derinden etkileyebilir; belirsizlikleri ortadan kaldırabilir. Sonuçta: “Önyargılardan sıyrılıp varlıkları temel katmanlarına ayırma yaklaşımı, aynı zamanda bilimin önünü açabilir”.

Elbette ve her halde, zihnin çarklarında işleyen her sürenin ve içindeki süreçlerin karar noktaları ortaya çıkıyor; bu, noktalar arası belki başta belirsizlik gibi görünüyor. O halde belirsizlik yol alış olarak düşünülebilir mi? Sezai Karakoç, “kaderin üstünde bir kader vardır” derken, bunu belirsizlik olarak değil de “gökten gelen bir karar vardır” ile bir eşleniğe bağlıyor olsa gerektir. Belirsizlik, belli düzeyde bir belirleme de olabilir.

Tabiattaki en temel olguların ve niceliklerin belirsizliğini anlatan Heisenberg Belirsizlik ilkesi, klasik fizik ile kuantum mekaniğinin birbirinden ayrıldığı yer olarak kabul edilir. Bu ilke, fiziksel bir sistemde konum ve momentumun aynı anda kesin olarak belirlenemeyeceğini, doğrusu, bu niceliklerin sadece bazı karakteristik belirsizliklerle bulunabileceğini söyler. Buradaki belirsizlikler sadece ölçümlerden kaynaklanmamakta, aynı zamanda atomaltı parçacıkların herhangi bir anda nerede olduğunun ve nereye gittiğinin belli olmamasından yani parçacığın karakteristik özelliğinden de kaynaklanmaktadır. O halde, şeyler nedir, nasıl bilinir ve nasıl bakılır, nasıl görülebilir? Bu belirsizlikleri bir sitematik içinde anlatmak gerekirse, Bediüzzaman’ın aşağıdaki konum, momentum, ölçüm ve varlık arasındaki karmaşayı yine belirsizlikler ile değil de doğrudan “hakikat” ile çözdüğü görülür. Şöyle:

“Hakikat şudur ki: Herşey nefsinde mana-yı ismiyle fânîdir, mefkuddur, hâdistir, madumdur. Fakat mana-yı harfiyle ve Sâni’-i Zülcelal’in esmasına âyinedarlık cihetiyle ve vazifedarlık itibariyle şahiddir, meşhuddur, vâciddir, mevcuddur. Şu makamda tezkiyesi ve tathiri şudur ki: Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani, kendini bilse, vücud verse; kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikî’den gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu; nihayetsiz zulümat-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enaniyeti bırakıp, bizzât nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikî’nin bir âyine-i tecellisi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira bütün mevcudat, esmasının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücud’u…”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*