Çokluk (1)

“Üç, altı ve dokuz sayılarının azametini bilseydiniz evrenin anahtarını elde edebilirdiniz.”

Nikola Tesla

Ölçmek bilmektir, ölçülebileni ölçün, ölçülemeyeni ölçülebilir hâle getirin, demiş Galileo Galilei. Bunun elbette pek çok tartışmayı beraberinde getireceği bilinmesine rağmen tarihin büyük bir bölümünde etkili olacağı da kabul edilmelidir. Ölçmenin olduğu gibi, saymanın da sonu, sınırı ve kapsamı nedir, neresidir ya da nereye kadardır gibi sorular zihnin çarklarındaki doğru mekanizmaya ihtiyaç duyuyor. Buradan şu sorular geliyor: Sonsuzluk dahi sayılabilir bir şey olabilir mi? Yani, sayılabilir sonsuzluk yaratılmış sonsuzluk mudur? Ya da, yaratılmış sonsuzluk (kesret) sayılabilir sonsuzluk mudur? Mutlak sonsuzluk (vahdet) nasıl sonlu parçalar üretebilir? Sonlu sınırsız, sınırlı sonsuz ve sınırlı sonlu ayrımları nasıl yapılabilir?

Her geçen gün hem en büyük ölçeklerde, hem de en küçük ölçeklerde evrene ilişkin bilgilerin genişlemesiyle birlikte, evrendeki yıldızların sayısından vücuttaki atomların sayısına kadar hayal edilemez her türlü büyük sayıyla tanışmış bulunuyoruz. Sonsuzluk kavramı ise sonluya ve sonlu olmayana ilişkin paradoksları gidermek için uğraşan zihinleri kurcalamaya devam ediyor.

Örneğin; sayılabilir sonsuzluk yaratılmış sonsuzluk mu demeli… Mesela ZxZ gibi… (Sayılabilir sonsuz sayıların üreteceği kartezyen ilişkiler sayılabilir sonsuz bir uzay mı getirecektir?). Geçmişi Antik Yunan medeniyetine kadar uzanan eski bir soru bu. Dünyada bulunan kum tanesi sayısı bir zamanların sonsuzluk tarifi idi. Arşimet, Kum Sayacı adlı kitabında, evrendeki kum tanelerinin elbette sayılamayacağını, ama hesap edilebileceğini gösterdi. Dünya ile Güneş arasındaki bilinen mesafe kadar bir yarıçapa sahip bir küre biçiminde olduğunu varsaydığı bir evreni doldurabileceği öngörüsünden hareketle kum taneleri sayısını tahmin etti. Vardığı sonuç 1063’tü. Horn ve Adam adlı jeologlar dünyadaki tüm tortul kayaçlarında, çöllerinde ve kumsallarında bulunan kumun toplam hacmine ilişkin bir tahminden hareket ile dünyada 147 milyon kilometreküp kum bulunduğunu hesapladıktan sonra, ortalama tane büyüklüğüne ve sıkışıklığına göre, dünyadaki kum tanelerinin sayısı için 875 septilyon (trilyon trilyon) gibi 24 haneli bir sayıya vardılar. Devamında Hawaii Üniversitesi’ndeki matematikçiler dünyanın bütün kumsallarının toplam uzunluğuna, genişliğine ve derinliğine ilişkin tahminlerden hareketle, dünyanın bütün kumsallarında 700,5 kentilyon (18 basamaklı bir sayı) kum tanesi bulunduğunu duyurdular!

“Evrendeki tüm yıldızların sayısı, Dünya’daki bütün kumsallardaki kum taneciklerinin sayısından fazla” demişti Carl Sagan. Cambridge Üniversitesi’nden Profesör Gerry Gilmore, Samanyolu Galaksisi’ndeki yıldızları sayma çalışmalarında ulaştığı toplam, 200 milyar civarında oldu. Bu sadece tek bir galaksi. Evrende yaklaşık 100 milyar galaksi olduğu hesaplandığında, her galakside ortalama 200 milyar yıldız bulunduğu kabul edilirse; evrende 10 sekstilyon yıldız var (22 basamaklı bir sayı bu) demektir.

Bediüzzaman, çoklukla insanın bu durdurulamaz hesap merakına ve her şeyi bilme uğraşına anlam verme ve nitelik kazandırma uğraşındadır.

“İnsanın fıtraten mâlik olduğu câmiiyetin acaibindendir ki: Sâni-i Hakîm şu küçük cisimde gayr-ı mahdud enva-ı rahmeti tartmak için gayr-ı ma’dud mizanlar vaz’etmiştir. Ve esma-i hüsnanın gayr-ı mütenahî mahfî definelerini fehmetmek için gayr-ı mahsur cihazat ve âlât yaratmıştır. Meselâ: Mesmuat [duyulanlar], mubsırat [görülenler], me’kulât [yiyecekler] âlemlerini ihata eden insandaki duygular, Sâni’in sıfât-ı mutlakasını ve geniş şuunatını fehmetmek içindir.

“Ve keza hardaleden daha küçük kuvve-i hâfızasında öyle bir latife-i müdrike bırakılmıştır ki; o hardalenin tazammun ettiği geniş âlemde, o latife daimî seyr ü cevelan etmekte ise de sahiline vâsıl olamaz. Maahâza, bazen bu büyük âlem o latifeye o kadar darlaşır ki, âlem o latifenin karnında bir zerre gibi olur. Ve o latifeyi, bütün seyahat meydanlarıyla, mütalaa ettiği kitaplarıyla o hardale dahi yutar, yerinde oturur, karnı da ağrımaz.”

Bediüzzaman insanın limitlerinden bahsederken, bazı bilim insanları dünyanın insan için de sayısal bir limiti olduğunu düşünerek, bunun 9 – 10 milyar insana karşılık geldiğini belirtiyor. Bunlardan biri Harvard Üniversitesi sosyobiyologlarından Edward Wilson.  “The Future of Life (Yaşamın Geleceği)” adlı kitabındaki sözleriyle: “Biyosferin sınırları sabittir, değişmez.” Wilson, gezegenimizin sunduğu kaynakları ne hızla tükettiğimizden yola çıkarak, dengenin bozulacağı bir nokta olacağını, onu aştığımızda dünyanın destekleyebileceği maksimum insan sayısına varmış olacağımızı söylüyor. Dünya üzerinde mevcut 1,4 milyar hektar ekilebilir arazi (3,5 milyar dönüm) bulunuyor. Bu kadar arazide yaklaşık 2 milyar ton tahıl üretilebilir. Dünya üzerindeki her insan vejetaryen olsa ve bu tahılın tamamı besi hayvanları yerine insanlar tarafından tüketilse bile Wilson’a göre kaynaklar yaklaşık 10 milyar insanı destekleyecektir. Yani 10 milyar insan, gıda söz konusu olduğunda en yüksek nüfus sınırı. Birleşmiş Milletler dünya nüfusunun 2050’de 9 milyar, 2100 yılına gelindiğinde 11 milyar olacağını öngörüyor. Ancak, BM’nin küresel nüfus eğilimleri tahminleri, günümüzde ailelerin giderek küçüldüğünü, doğurganlığın azaldığını, insanların önemli bir bölümünün çocuk sahibi olmak istemediğini gösteriyor. Küresel doğurganlık oranı gerçekten de yüzyılın sonuna kadar ikame düzeyine ulaşırsa, insan nüfusu 9 milyar ile 10 milyar arasında sabitlenecek. Kısacası, dünyanın kapasitesi söz konusu olduğunda, gidebildiğimiz kadar ileri gitmiş olacağız, ama daha uzağa değil.

Dünyanın, insan çoklukları kadar insanı meraklandıran farklı sayılar da vardır. Bu hem bir merakı hem de bir marifeti gösterir bir yeteneğe işaret eder.

Bir veli “Elimdeki nar meyvesinde kaç tane olduğunu bilebilir misin?” şeklindeki soruya hem sayı vererek adedini söylemiş, hem de her bir tanenin keyfiyetini de anlatabileceğini söylemiş. Bu aynı zamanda bir keramete işaret imiş. Bediüzzaman’a bir gün şöyle bir sual mevzu’ olur: “Küre-i arzın tamamı buğday taneleri farz olunsa, kaç tane olur?” Zihninden kalemsiz halledip gösterir. Başka bir gün, “Âdem Aleyhisselâm’dan bugüne kadar saniyenin onda biri olan âşireden ne kadar zaman geçmiştir?” şeklindeki mes’eleyi de iki buçuk saatte hesaplayarak zihninden çözer. Başka bir gün: “Küre-i arzın her noktasına yağmurun yağdığı farz edilirse, kaç damla eder?” diye bir sual medar-ı bahs olur. Buna karşı Bediüzzaman “O şekil değil de, belki bütün küre-i arza bir saniyede yağan yağmurun her dört parmak yere dört damla düşerse, bu surette on sene mütemadiyen durmadan yağarsa, kalemsiz zihnimden çıkarabilirim” diyerek üç saat içinde halleder.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*