Maddeyle boğulmuş ve sarhoş olmuş ruhlarımızın sıkıntı diye adlandırdığımız o puslu havasında manevî bir esinti geliyor. Gafletin o derin kuyularından sesimiz duyulmuşçasına kabul olmuş en güzel dualardan Ramazan geliyor. O ay ki eski semavî kitaplarda da geçen Sekizinci Söz’deki temsili bize tekrar tekrar yaşatıyor. Ecel aslanının kovalamasından kaçıp atladığımız sarhoş edici kuyularda tutunduğumuz her şeyin bize düşman sureti asıl sığınılacak Zata yüksek bir iştiyak uyandırıyor. Şöyle bir dua dökülüyordu hakikati anlayan kardeşten:
“Ey bu yerlerin Hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum.” İşte bütün ruhların ettiği bu dua Ramazan gibi bereketli bir zaman fırsatı verilmesine vesile oluyor belki de. Kur’ân’ın indirilmesi ile mananın parladığı bu zamanlar hem aklî hem kalbî birçok cevabı bulacağımız meyvedar bir mevsim gibi âdeta. Zaten Ramazan kelimesinin birkaç anlamından biri olan “yaz sonunda ve güz mevsiminin başlarında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur” anlamı da bu hakikati tasdik ediyor.
Hayatın anlamını, kendi hakikatini merak eden akıl ve kalp bu kâinata Yaratıcısız baktığında dehşet alıyor. Bu korku ve bu sığınma ihtiyacı kâinatın Rabbini aramaya sevk ediyor. Çünkü maddeden ilerleyen her yol bir yerde takılıyor. Afakî dairelerde gezen kalp çok yoruluyor ve her şeyi başıboş sahipsiz görme acısından yaşamak için bir can bulamıyor ya da mecazî mahbuplarda sevilmek endişesinden acı çekiyor. Geniş daireleri anlamak için küllî bir akla ve kalbe ihtiyaç ortaya çıkıyor. Hadis-i şeriflere baktığımızda şahsî ibadetlerin öneminin yanında cemaatle ibadet etmenin daha faziletli olduğuna dair hadis-i şerifler olduğunu görürüz. Onlardan bir tanesinde Resulullah (asm) “Kim, müezzini işitir ve kendini engelleyen bir özrü olmadığı hâlde cemaate gitmezse, münferiden kıldığı namaz (kâmil bir namaz olarak) kabul edilmez.” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:
“– (Ey Allâh’ın Resûlü!) Özür nedir?” dediler. Efendimiz:
“– Tehlike korkusu veya hastalıktır.” buyurdu.1
Bu hadis de cemaatle yapılan küllî ibadetlerin önemini göstermektedir.
Yine ibadetle kulluğun öneminin yanında ilim yolculuğunun da ibadetten daha hayırlı olduğu ve özellikle toplu ilim meclislerinde bulunmanın ne kadar kıymetli olduğunu vurgulayan hadisler mevcuttur. İşte o örneklerden bir hadis: “Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler.”2
Yine bir başka hadiste: “Bir âlimin (ilim okuttuğu) meclisinde, (ilim tahsil etmek veya dinlemek için) hazır bulunmak, bin rek’at namaz kılmaktan, bin hastayı ziyaret etmekten ve bin cenaze namazında hazır bulunmaktan daha faziletlidir.”3 buyruluyor.
Bunun gibi hadislerde şahsî ibadetlerin yanında küllî ibadetlerin de ihmal edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir. Nitekim, kalbî bir yol olan bazı tarikatlerde “hatme” adı verilen toplu zikir grupları oluşturulduğunu görmekteyiz.
Yine hem kalbî hem aklî bir yol olan Risale-i Nur mesleğinde Bediüzzaman, “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risale-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı mânevînin parmaklarıdır.” ifadesi ile Risale-i Nur’daki parlak hakikatleri yaymada şahs-ı manevîye dahil olunduğu için âlimlik sevabının alınabileceğini ifade etmektedir.
Başka bir yerde geçen “Evet, velâyetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisanın dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus, lillâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samimî tesanüdün çok kerametleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı manevîsi bir veliyy-i kâmil hükmüne geçebilir, inâyâta mazhar olur.” ifadesi de bir şahsın tek başına şahsî ibadetlerden ziyade şahs-ı manevî ile yapılan ibadetlerle âlimlik veya velilik makamının sevabını alabileceğine işaret etmektedir.
Elbette ahirzaman diye adlandırdığımız günahların sel gibi üzerimize aktığı bu asır için ne kadar da ferahlatıcı düşünceler… Ramazan gibi bereketli zamanları da şahsî ibadetlerimizin yanında şahs-ı manevî hükmündeki küllî ibadetlerle geçirmek bizim için büyük kârdır. Ramazan adı ile şiir kaleme alan Mehmet Akif’in dua hükmünde olan şu şiiri ile bitirelim:
Yâ Rab, şu muazzam Ramazan hürmetine,
Kaldır aradan vahdete hâil ne ise;
Yâ Râb, şu asırlarca süren tefrikadan
Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se.
Mâdâm ki verdin bize bir rûh-i nevin (taze bir ruh)
Yâ Râb, daha bir nefha-i te’yîd (sağlamlaştıran nefes) insin!
İlk yorumu siz yazın