Asıl soruna odaklanmak

Seanslarımda işler sarpa sardığında gelen danışanlarımı gözlemlediğimde fark ediyorum ki, soruna odaklanmak yerine, hiç yapmayacağı şeylerden agresiflik sergilemiş, alt sorunları fazlaca büyütmüş ve sonunda suçlu bir pozisyonda seansa gelmiş. Seansta bile alt sorunlardan bahsediyor.

Bazen durduruyorum kişiyi ve soruyorum; “Sanki sizi bu küçük detayları sorun etmeye itmiş başka sorunlar var, ama yüzleşmeye hazır değilsiniz gibi, doğru mu hissediyorum?” diyorum. Genelde ağlayarak bir kabul ediş oluyor orada. “O konuya bakamam” diyor. “Çıkamadım işin içinden” diyor. “Ama kabullenemiyorsunuz da” diyorum, “Başka noktalardan acısını çıkartmaya çalışıyorsunuz istemsizce.” “Evet” diyor üzgün bir ifadeyle, “Peki işe yarıyor mu? İşleri yoluna sokuyor mu bu davranışlar?” diyorum. “Hayır” cevabı geliyor. “Bir de üstüne suçlu çıktım, çok bağıran çok agresif biri oldum. Ben böyle biri değildim” diyor.

Orada ana soruna giriş yapıyoruz. Onun cihetinden inceliyoruz, neler yapabileceğini konuşuyoruz, başkasını değiştiremeyiz zira. Kimisi sorununda son derece haklı oluyor, kimisi bilişsel şemaları üzerinden yani -meli,-malı’lar üzerinden kendine zulmediyor. “Benim dediğim olmalı, ben ailenin reisiyim” diyor meselâ, “Gerçekten öyle mi olmalı?” diyorum. Kültürel kodlar da devrede tabii. Kültürel kodlarımız övündüğümüz şeyler olsa da, bütünüyle hayatımıza uygulamak mesut olmamızı engelleyebiliyor.

Bu kişiyle çalıştığımızda bilişsel şemalarını değiştirerek öfkesini dindiriyor ve ana sorunu çözmüş oluyor. Kimisi de sorun etmekte haklı, meselâ aldatılmış bir beyefendi var. Bunu yaşadığına inanamıyor ve eşinden düzgün bir açıklama ve özür alamıyor ama devam etmek istiyor. Çünkü eşini seviyor. Eşinden; “Sen beni ilgisiz bıraktın, pişman değilim” cevabı karşısında konuyu açmamak zorunda kalıyor. İlgi boşluğunu doldurmaya çalışmak istiyor, telafi etmek istiyor ama ortada bir aldatma var ve özür yok. Boşanmayı göze alamadığı için sürekli basit konulardan bağırırken buluyor kendini. Ve suçlu çıkıyor nihayetinde, agresif-bağıran bir adam. Ana sorun; güvensizlik idi. Ama o güveni vermek istemeyen ve ilgi boşluğunun telafi edilmesini de reddeden bir eş vardı. Buna karşı artık yapılabilecek bir şey yoktur. Bazen kabullenmek çözer durumu, ama duygular devredeyken bu ne derece kolaydır tartışılır. Seansa geldiğinde kabul safhasını acı bir şekilde yaşarken geliyor bu kişiler. “Boşandık ve bana yabancı bir adammışım gibi baktı.” Bu acımasız gibi gözükse de, süreç itibariyle karşıdaki eşe içimden teşekkür ettiğim bir şey, iyi ki öyle baktı ki bu adam kendine geldi. Zamanla o bakış için teşekkür edeceksiniz ama şu an anlamayabilirsiniz diyorum.

Ana soruna odaklanmayıp kendisi olmaktan çıkan kişileri biraz örnek vermeye çalıştım. İki örnekte de, seansa gelen kişiyle çalışıyoruz, sorun karşıda olsa bile.

Aile huzuru için asıl sorunun üstünün kapatılmak zorunda olduğu çok aile tanıyorum. Konuşulması yasaklanmış, açılsa “yine başladın” olan durumlar. O kişilere diyorum ki, içinde bu yara olduğu sürece bir yerden mutlaka çıkacak, mutlaka! Asıl ve haklı olduğunu düşündüğün konudan mı çıksın istersin (velev ki adının huzur bozan olması uğruna) yoksa küçük şeyleri sorun eden, her fırsatta bağıran biri olarak mı çıksın istersin? Korkma diyorum, tartışma çıkmasından korkma. Sadece doğru üslupla kendine yakıştırdığın ve kendine hesabını verebileceğin kelimelerle tartış, ama çekinme. Şimdi konuyu kapatırsan ileride açmaya hakkın olmayabilir.

Bu cümlelerimin aile huzurunu bozucu cümleler gibi durduğunun farkındayım, ama ben büyük tabloyu gören bir uzmanım. Bazı danışanlarımla 2 yıl çalışıyoruz, bazıları ayda 1 geliyor ve süreçlerini gözlemleme fırsatım var. Evliliği çatırdadığını ve sorunu kapatmayı seçtiğini de görüyorum, sonra tavırlarıyla nasıl haksız çıkıp ağlayarak geldiğini de görüyorum. Biraz daha yukarıdan bakabilen biri olarak, tartışmadan kaçınmamayı ve merdâne tartışmayı öneriyorum. Umarım adım kavga ettiren psikolojik danışmana çıkmaz. Şu kilit soruları da bırakıp yazımı hitama erdirmek istiyorum, sorun olmayacak şeyleri sorun ettiğini fark ettiğinde, kendini tanıyamaz hâle geldiğinde şu soruları kendine yöneltebilirsin:

Neden bu küçük şeyleri önceden sorun etmezken şimdi ediyorum? Bahsetmekten kaçtığım bir sorun mu var? Neden bu sorunu ele almaktan kaçıyorum? Ele alırsam sonu nereye çıkacak? Bunu göze alamıyor olabilir miyim? Göze alamadığım ve soruna odaklanmadığım müddetçe bir şeyler daha iyiye gidiyor mu? Böyle yaptığım müddetçe sağa sola çarpmadan huzur ortamında yaşamaya devam edebilecek miyim? Nasıl bu sorunla yüzleşme cesareti gösterebilirim? Kim beni anlar, kime kendimi açayım, kim merdâne beni dinler, kim bana hakkaniyetli yaklaşır?..

Bu sorular aklı hissiyata galebe ettirecek sorulardır, kişi kaçmak istemediği müddetçe tabii…

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*