Mutlu olmak mı mutmain olmak mı? (1)

Danışanlarımın genel sorusudur, ben neden mutlu olamıyorum? Ben de mutlu olmayı hak ediyorum, herkes mutlu bir ben böyleyim… Hedefimiz sıkıntılı olabilir mi acaba diyorum, mutlu olma hedefini bize kim vermiş? Bir makine düşün diyorum; mutfak robotu da olabilir, araba motoru da, basit bir fermuar da… Ona şuur verseydik ve deseydi ki, “Ben artık mutluluk istiyorum; sürekli kullanılmaktan, bozulmaktan, yağ eksilmesinden bıktım, rahat etmek istiyorum” dese ve işini bıraksaydı, o mutfak robotuna ne derdin, o fermuarı artık ceketinde ister miydin? İstemezdin çünkü onun yapılış amacı bu değil, hedefi yanlış. Örnek eksik olsa da biz de böyleyiz, yaratılış amacımıza uymayan hedefler seçtiğimizde kimse bizi kapı dışarı etmiyor ancak fıtratımız bize sinyal gönderiyor; “Bir şeyler yolunda gitmiyor, iyi değiliz.” diye. Sen de bu sinyali seslendiriyorsun; “İçim huzursuz, sürekli kaygılıyım, canım sıkılıyor” diyorsun. Peki, bize hedef olarak verilen mutluluk kavramına bir bakalım ve bize kimin verdiğine de bakalım:

Mutluluk: Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu. (TDK Türkçe Sözlük)

Bu ne kadar gerçekçi ve ne kadar mümkün bir durum? Nihayetinde “ölüm”ün tartışmasız gerçek olduğu hayat insana bu imkânı tanır mı? Eksiksiz ve sürekli olarak tüm özlemlere ulaşmak mümkün müdür? Tabii ki hayır. Bu duyguyu; bazen, belli süre, biraz yaşamak mümkün ve gereklidir. Ancak bunun eksiksiz ve sürekli oluşuna ölüm mâni olur. Mutluluk kavramını bu tanımıyla kullandığımızda her bitiş, her sorun, her ayrılış daima mutsuzluk üretir.

Çağımızda mutlu olmak o kadar vurgulanır ki, diğer duyguları hissetmek bir eksiklik ve bir gariplikmiş gibi algılıyoruz. Acı çekmek, öfkelenmek, özlemek, kızgınlık, kırgınlık, hayal kırıklığı, çile çekmek, bedel ödemek, tahammül etmek, sabretmek vb. duygular maalesef mutluluk dilinin ürettiği iklime “yabancı” kavramlardır. Tüm bu durum ve duygular insana mahsustur, hayatı yaşanmaya değer kılar, insanı olgunlaştırır. Ve mutluluk da ancak bu duygularla birlikte var olduğunda anlamlı ve değerlidir.

Üniversitede bir hocam şöyle bir soru sormuştu; “Hayatta yüzde kaç mutlu olmaya yüzde kaç mutsuz olmaya hakkımız var” dedi. Ben içimden %80 mutlu olsak, %20 mutsuz olsak iyidir demiştim. Hoca cevap verdi ki, %50-%50. Şaşırdım, mutsuzluğa yani diğer duygulara bu kadar yer vermeli miyiz? Vermeliymişiz, hatta diğer duyguları mutsuzluk başlığı altında toplamamalıymışız, çünkü odağı mutluluk duygusuna kaydırır.

Mutluluk diğer duygulardan üstün değil, onlardan biri sadece. Bunu algılamakta zorlanmıştım zira bize hep mutluluk pompalandı. Kim yaptı bunu; reklamcılar ve ürününü pazarlamak isteyenler, mallarını mutluluk kavramıyla birleştirip çok güzel satış elde ettiler. Bir ürünün kullanımından doğacak mutluluk reklam dünyasının temel motivasyonudur. Tıpkı 1900’lü yıllarda Fransa’da sigara satışlarını artırmak isteyen firmanın, kadınlara özgürlük haklarını kazanma yolunda sigarayla başı çekmelerini, bunu bir özgürlük heykeli gibi kullanmalarını söylemesi gibi… Ve tabiî ki satışlar %300 artmıştı. Aynısı günümüzde de uygulanıyor, şu eşyayı alırsam mutlu olacağım, eşim şöyle bir hediye alırsa çok mutlu olurum, düğünümden 300 tane fotoğraf olmazsa mutsuz olurum vb. Ne kadar saçma şeyleri mutlulukla birleştirip bize sunmuşlar, bakınca kendimi piyon gibi hissediyorum. Ve hedefimi mutluluktan çekip mutmain olmaya aktarıyorum. Bu kavramın yanında şunları da zikretmek isterim zira hepsi başlığa sığmadı; mesud, bahtiyâr, dilşâd olmak… Hepsi aynı anlama hizmet ediyor, bahtiyâr olmak mesela; bahtıyla barışık olmak demek. Bunu başka zaman kader kavramıyla birlikte incelemek istediğim için mutmain olmak kavramına geri dönüyorum.

(Devamı Kasım sayımızda)

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*