“Dünyevîleşme”

Eğer dünya ebedî olsaydı ve insan içinde ebedî olarak kalsaydı pek tabiî mantıklı olabilecek bir eylem olacaktı “dünyevîleşme.” Hakikat ise tam tersini söylüyor.

Belki de “gaflet” mefhumuyla açıklanabilecek bir hastalık bahsini ettiğimiz bu kavram…

Gaflet kelime manası itibari ile boş bulunma, önem vermemek olsa da bir eylem halidir, bir bulunma halidir.

Dünyaya bütün nazarlarını çeviren ve mutlak yaratıcıyı hatıra getirmeyen garip ve korkunç bir durum doğrusu.

Hayatın tek gayesinin fânî dünya olmasıyla bütün vaktini, gayretini, hayal nimetini fenaya hasr-ı nazar etmek.

Hassaten gençliğin kendiliğinden getirdiği heyecan ve enerjiyle sanki hiç ölmeyecek gibi yaşamanın başka bir adı bu dünyevîleşmek.

İnsan yaratılış mesuliyetini unutur bazen ama uhrevî bir emir çınlar kulaklarda “Gençlik hiç şüphe yok ki gidecek”1.

Peki nedendir bu, nasıl olur da unutur ve yaratıcıdan uzaklaşmak hastalığını kaydeder hayat serüveni?

Heveslerimiz, günahlı eğlenceler, bir nimete vasıl olunca nimeti verenin unutulması, meşakkatin mükâfat ile neticelenmesinin hatıra getirilmemesi…

Listenin uzatılması pek tabiî mümkün.

Ahiret-dünya mizanını kaybediyoruz. Yaratılma gayemiz aklımızdan çıkıyor. Kararsız devamsız olana gönül verip ahirde daimi olana kayıtsız kalabiliyoruz. Daha acı olanı ise bütün bunların farkında bile olmayabiliyoruz.

İnsanlık müthiş zorluklardan geçiyor. Her yeni gün pek çoğumuzun canını sıkan, ruhunu daraltan hadiselerle dolu. Ruh ve kalp de anlıyor ki insan ebed için yaratılmıştır ve ona namzeddir. Bakî âlem için yaratılan her varlık süflî olana razı olmuyor, olamıyor.

Dünyevî gayelerimiz çoğaldıkça çoğalıyor, yeni olan her nesneye ihtiyacımız peyda oluyor.

Hasta bir asırdayız ihtiyaçlarımızın artması dünyevî meşguliyeti de arttırmaktadır.

Dünyevîleşme artıkça da uhrevî mesuliyette azalma, erteleme, “neme lazım”lar başlıyor ve “Âhirete iman ettiği halde, ‘Zaruret var’ diye ve zaruret zannıyla dünya menfaati ve maişet derdi için dünyayı âhirete tercih ediyor.”2

“Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.”3

Resulullahın tavsiye ettiği “çalışma ve tedbirli olma” dengesi maalesef pek hatıra getirilmiyor.

“Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: Biri Kitabullah / Kur’ân, biri Âl-i Beytim.”4

“Âl-i Beyt’ten vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyye’sidir. Sünnet-i Seniyye’yi terk eden hakikî Âl-i Beyt’ten olmadığı gibi, Âl-i Beyt’e hakikî dost da olamaz.”5

Demek ki Hz. Peygamber ve mutlak doğru yolu ve tavsiyeleri hayatımızdan çekilince kıymetli vaktimizi fânî olan dünyaya sarfediyoruz ki bu ancak “gaflet” kavramıyla açıklanabilir.

Mukaddes dinimiz hayatın tamamının her anının ahiretle alakadar olmasını istemekle beraber büsbütün dünya nimetlerinden uzaklaşmayı da istememiştir.

Elbette helal dairede yaşamak, gezmek, yemek içmek, günahlı olmamak şartıyla eğlenmek sportif faaliyetlerde bulunmak sosyal hayatın bir parçasıdır. Lakin bunlar yapılırken devamlı olacak âlem devamsıza tercih edilmemek şartıyla ancak meşru olabilir.

Dünyevî telaşlarımız olmakla beraber “Ey inananlar! Allah’tan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın”6 ayetini her anımıza uygun yaşamak zorundayız. Yarını, ahireti unutmadan dosdoğru yol üzerine yaşamak zorundayız. Kâinattaki en yüksek hakikatlerden olan “ölüm” gelmeden evvel.

Köprü Dergisi 2022 güz sayısında şöyle bir cümleye denk gelmiştim: “Modern dünyanın en büyük sorunu dünyevîleşmedir. İlâhî ikaz olarak ortaya çıkan bu krizin de asıl sebebi dünyayı ahirete tercih etmektir. Çözüm de iman alt yapısını sağlamlaştırarak, Kur’ân’a ve Sünnete dayalı evrensel ahlâkî değerleri yeniden ihya etmekle, güven ve sorumluluk bilincinin geliştirilmesiyle mümkündür.”

İslamiyetin vaz ettiği değerler mantıksal bir zeminde değerlendirilirse elbette çalışıp kazanmanın, zenginleşmenin, terakkînin yeri dinde vardır. Lakin kazanılan sadece bu dünyaya geçici heveslere sarf edilmesi hoş karşılanmayan bir durumdur. Ahiret-dünya dengesini bozmadan, biri birine engel teşkil etmeden hayatın devamı esastır. Aksi halde dünya ahirete tercih edildiğinde ayet-i kerime ile sabit olan hasarete ve manevî kayba maruz kalmaktayız.

“‘Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler.’7 âyetinin işaretiyle, bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevî kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek” şeklinde garip bir ahvale giriftar oluyoruz.

Dünyevîleşme merkezli günahlı eğlenceler arttıkça mizan bozuluyor, mizan gidince iz’an da nakıs kalıyor.

“’Cenâb-ı Hak Gafûrü’r-Rahîmdir, hem Cehennem pek uzaktır’ der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlûp olur.”8  Böyle bir imanın makbuliyeti de pek mantıklı olmasa gerek.

Elbette Mülk Sahibi mülkünde istediği tasarrufu yapar, beşerin bulaşık eli karışamaz bu durumda. “Nasıl olsa affeder, affa müstahak oluruz” şeklinde bir imanın doğru olduğuna dair bir müjde yok.

Hasıl-ı kelâm:

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka değildir! Âhiret yurdu ise Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır.”9 Oyun ve eğlence yerinden daha hayırlı bir âlem var. Onu istemeli, onu bilmeli, ona çalışmalı…

Dünyevî meşguliyetleri (meşru dairede olanları) unutmadan, ihmal etmeden ahirete azık toplamalı dünyaya yolu düşen her insan…

Sözlerin en güzeliyle bitirmek lâzım.

“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”10

“Allahım! Bizden razı ol. Yaptığımız iyi amelleri ve dualarımızı kabul eyle.”11

Dipnotlar:
1) Asâ-yı Musa.
2) Emirdağ Lahikası-2.
3) Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No: 1201.
4) Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3: 14, 17, 26.
5) Lem’alar, Dördüncü Lem’a, Üçüncü Nükte.
6) Haşr Suresi: 18.
7) İbrahim Suresi: 3.
8) Şualar, On Beşinci Şua
9) En’am Suresi: 32.
10) Haşr Suresi: 18.
11) İbni Mace, Duâ 2.

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*