Suad Alkan, “Milletlerarası Kitap Fuarı bana şu kanaati verdi” demişti: “Bütün fenalıklar; harpler, cinayetler, düşmanlıklar, kavgalar, küskünlükler, ayrılıklar, geçicilik düşüncesinden ve bütün iyilikler muhabbetler, hayırlar ebediyet fikrinden kaynaklanıyor. Düşünce ve sanatta bütün eskiler bir tarafa; yeni bir yana. Eskilere müşteri olanların yeniden haberi yok.”
Demek ki: Gelecek düşüncesi yoksa yeni bir şey de yok… O hâlde, nedir gelecek?
“Yabancı, kaosa uyanan kişidir” diyor Colin Wilson. Gelecek karşısında herkes bir yabancıdır, oysa. O hâlde? Gelecek, tarihin bir parçası olduğuna göre kaos nedir? Kim kimdir?
Bediüzzaman’a şu meşhur soru soruluyor:
“S- Kimsin? Ölsen yine sen misin? Bedenin inhilali ruhun şahsiyetine tesir etmez mi?
C- Ben bu anda, seksen Said’den telhis ile tezahür etmişim. Onlar müselsel şahsî kıyametler ve müteselsil {Müstensih kalem-i kudrettir} istinsahlar ile çalkalanıp şu zamana beni fırlatmışlar. Şu (Said) yetmiş dokuz meyyit, bir hayy-ı nâtıkın fihristesidir. Eğer zamanın suyu donup dursa, mütemessil olan o Saidler birbirlerini görseler, şiddet-i tehalüften birbirlerini tanımayacaklardır. Ben onların üstünde yuvarlandım; hasenat, lezzat dağıldı kaldı. Seyyiat, âlâm toplandı, yüklendi. Nasıl ki şimdi o merhalelerde daima ben benim. Öyle de mevtimle gelecek menzillerde de yine ben benim. Lâkin her senede şu menzilhanelerdeki zerrat, iki muhaceret-i umumî yaptığından, ene dahi libasını değiştirir, yırtılmış Said’i atar, yeni Said’i giyer.”1
Paul Valery: “Tarih, insan zihninin geliştirdiği en tehlikeli üründür” demişti. Peki ya gelecek öngörüleri? İnsan zihninin oyun alanı en geniş ölçüde “gelecek”tir. Geçmişten gelip gelecekte yaşanacaklar. Yeniden doğuşlar, yeniden yaratılışlar, her mevsim tekrarlanarak geleceğe taşınan haşirler? O hâlde geçmişe bakınca görünen nedir?
Süleyman Demirel’in önemli bir tavsiyesi var; “Arkanıza bakarak önünüzü göremezsiniz” diyor. Nasreddin Hoca da eşeğe ters binmişti. Sebebi; arkasını kollamak, güvenlik endişesiydi. Bu durumda önünü görmek ise, eşeğe kalmıştı. Hoca bir eleştiri üslubu olarak mizahı kullandığından, eşeğe ters binerek geçmişe dönük yaşayan ve geleceğe arkasını dönen insanları taklid ile tenkid etmişti. Efendiler geçmişle meşgul, ancak ileriyi görme işi hizmetkârlara/alt sınıflara, göçmenlere, ya da üretilen ve kullanılan teknolojik araçlara kalmıştı. Gelecek serbestiyeti, geçmiş güvenliği ifade ediyordu. Zihnin çarkları nerede işliyor, neler üretiyorsa gelecek orada kuruluyor. Geleceğin kurulduğu yer medeniyetin açtığı yolda bulunuyor. Hayâllerin yükselttiği ütopyalar “yeni” arzusunu en üst burçlara dikmeyi istiyor. Kuruyan medeniyetler sadece geçmişten dolayı “korku” duyuyor ve geleceğe bunları birer distopya olarak bırakıyor. Her hâlde vicdan; “Cehennem de olsa ebed” isterim diyor. Zihinler de çift yönlü çalışıyor; birinden nur akıyor birinden kir. Şairin dediği gibi: “Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.”2
Örneğin: Batı, medeniyetin, şimdilik merkezi olduğundan, geleceğin de kaynayan kazanı. Tarih de çift akıyor; medeniyet de. Kesişmeler ise kaçınılmaz. Modern İslâmofobi diyebileceğimiz “Eurobia” (Avrupa’nın Araplaştırılması) korkusu Avrupa’nın, İslâmiyet tarafından yok edileceği şeklinde. Bunlardan birisi olan Littman, Avrupa Birliği’nin petrol karşılığında Avrupa’yı Müslümanlara bırakmak üzere bir politika uygulamakta olduğunu iddia eden bir komplo teorisi öne sürüyor. Suçladığı kişi ise Fransa eski Başbakanı General Charles de Gaulle.
Bir başkası da: “The Great Replacement” (Büyük İkame). Bu teorinin anlatmak istediği şey ise, Batı medeniyetinin hiçbir şekilde fakir insanlara acımaması gerektiği, aksi hâlde kendi kurdukları medeniyetin kendi elleriyle yok olacağı.
Enki Bilal ise yeni albümü Bug’da 2041 yılını tahayyül ediyor. “İnternet’i cansızlaştıran, hard-disk’lerin belleğini boşaltan ve en büyük sunucudan (server) en ufak USB anahtarına kadar tüm bilişim aletlerini harap eden [belki de bir küçük böceğin sebep olduğu] bir arıza… Olduğu yerde kalan asansörler ve düşen uçaklar; aynı zamanda çarpıcı kırılganlıkta bir insanlık.” Enki Bilal’e göre “Dijital, herkesin üzerine çöken yeni bağımlılık… İcatlarımız olağanüstü, ama bizi aşabiliyorlar ve denetimi yitirirsek bize karşı dönebiliyorlar.” İçindeki umut ne? “Genç elitler her zaman olacak. On-on beş yıl içinde ortaya çıkacaklar ve şaşırtıcı kararlar alacaklar. Ama iktidarın kullanımı değişecek. Bu araçlarla birlikte doğmuş ve dünyayı tekrar icat etmek zorunda kalacak kuşaklara muazzam inanıyorum”3 diyor.
Bilal, gelecekte “İslâm’ın yerini nasıl tanımlardınız?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor: “Yerleşik bir din gibi. Paris’teki Notre-Dame Kilisesi’ne komşu bir camiin temsili, Müslüman dünyayla bir arada yaşamanın mümkün olduğunu söylemenin bir şekli.”
Sosyolog Nilüfer Göle’ye göre de “Bugün Avrupa’da, Müslümanların dinleriyle ilgili teolojik ve estetik mahiyette şimdiye kadar sorulmamış yeni sorular soruluyor. Avrupa kamusal tartışmalarında bir fetva nasıl bir etkiye sahiptir? Avrupa’da inşa edilen camilerde nasıl bir mimari biçim kullanılmalıdır? Bu sorular Müslümanları olduğu kadar Müslüman olmayanları da ilgilendiriyor. Tüm bu soru işaretleri İslâm’ın Avrupa’da bir ‘kamusal mesele’ye dönüştüğüne işaret”. Göle’ye göre, “Batı İslâmı” şekil değiştiriyor, buna ait estetik formlar arıyor, Avrupa’daki Müslümanlar veyahut mimarlar bir arada.
Bediüzzaman’ın teorisi ise, geçmiş-gelecek dengesi üzerinde ilerliyor:
“Evet, hakikat-i İslâmiyet’in mazi kıt’asını tamamen istilasına sekiz dehşetli maniler mümanaat ettiler:
“Birinci, İkinci, Üçüncü Maniler: Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor.
“Dördüncü, Beşinci Maniler: Papazların, ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebilerin körükörüne onları taklid etmeleridir. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev’-i beşerde başlamasıyla zeval bulmağa başlıyor.
“Altıncı, Yedinci Maniler: Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû’-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile ve sû’-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmağa başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak. “Sekizinci Mani: Fünun-u cedidenin bazı müsbet mesaili, hakaik-i İslâmiyenin zahirî manalarına muhalif ve muarız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilasına bir derece sed çekmiş. Meselâ: Küre-i Arzda emr-i İlahî ile nezarete memur Sevr ve Hut namlarında iki ruhanî melaikeyi dehşetli cismanî bir öküz, bir balık tevehhüm edip ehl-i fen ve felsefe hakikatı bilmediklerinden İslâmiyete muarız çıkmışlar.”4
O halde; geleceği öngörebilmek nedir? Bir görüşe göre, geleceği öngörebilmek bir vizyon meselesi; geleceği gerçekten öngörmek için gereken vizyona erişmek ise sancılı bir süreçtir. Çok okumak, çok yazmak, çok hayâl kurmak, çok denemek, çok hayâl kırıklığı yaşamak, çok düşmek, çok yaralanmak, kendin ile defalarca kez çarpışarak kendini bulmayı umut etmek, insanları anlayabilmek, algılayabilmek tüm bunlara rağmen çoğu zaman hiç anlaşılamamak gibi çabalar bekler.
Garantide hissetmedikçe kaygılı olma eğilimi vardır insanların. Kaygılar hep ‘Yarın ne olacak?’ içindir. Finansta özellikle bugünkü paranın gelecekteki durumunu anlamaya çalışanlar için çok sayıda çalışmalar yapılıyor. Geleceği öngörebilmek Matematiğin en önemli sonuçlarından biri olarak görülüyor.
Çünkü, “şimdiki zaman”ın kısıtlamaları karşısında sıkılan insanın gözü zamanın önünde yürümekle kendine bir rahatlık sağlamakta. Zamanın önünde yürümek, tahminler yaparak gerçekleşiyor; iş, yolundan sapması durumunda ise bir kumara dönüşebiliyor. Bir saat sonrasını doğru tahmin edene ödüller veriliyor, servetler vaad ediliyor. Bu nedenle “matematik bilmeyen halkın oyunu” olarak bilinen piyango gibi kumarlar rağbet görüyor.
Bediüzzaman da bir piyango kumarına malın yarısının verilmesinin bu zamanda aklın kabul edebilir bir tavrı olarak değerlendirildiğini söyleyerek, buradan başka çok yüksek bir geleceğe ve zenginliğe götürecek bir vaade (ahiret) misal gösteriyor.
Geleceği bir şekilde tahmin etmek ve bu tahmin üzerine oyun teorileri yazmak, bahis kurmak, esasında son dönemlerin popüler matematik alanlarından biridir. Bunun için pek çok teoriler ve hesaplama yöntemleri geliştiriliyor. Örneğin; Said Nursî’nin ilk gençlik döneminde, çalıştığı bir alan olarak olasılık hesaplamaları konusundaki yetkinliği, Bediüzzaman sıfatının içindeki müthiş zekâsının bir parçası kabul edilir. Molla Said’in çözümünü yaptığı ve hakkında bir risale neşrettiği (maalesef bir yangında kaybolmuştur) oyun/problemlerden bir tanesi şu şekilde anlatılır:
“Bir defasında şöyle bir sual sordular: ‘On beş müslim, on beş gayr-ı müslim farz edilerek, birbiri ardına dizilince bunlara yapılacak her kur’ada gayr-ı müslime isabet etmesi matluptur. Nasıl taksim edilir?’
Bu suale cevaben, ‘Bunların yüz yirmi dört vaziyet-i muhtemelesi vardır’ diyerek yapar.
Hem de der; ‘Bundan daha müşkilini de kendim icat ederim. İki bin beş yüz vaziyet-i muhtemeleye göre yaparım.’
İki saat zarfında yüz adamdan elli adet gayr-ı müslimi o vaziyette taksim eder ki, daima kur’ayı gayr-ı müslime düşürür. Ve hattâ beş yüz gayr-ı müslim olmakla iki yüz elli bin vaziyet-i muhtemele üzerine bir mesele çıkarttı ve Tahir Paşaya göstererek bir risale şeklinde yazdı.”5
Ortaya çıkan sonuç: Tarihin iki yönlü, geçmiş ve gelecekle, ilişkisini doğru kurmak gerekir. Bunun kısa formülü ise şudur:
“Maziye, mesaibe kader nazarıyla ve müstakbele, maasiye teklif noktasında bakmak lâzımdır. Cebr ve İtizal, burada barışırlar.”6
Yaşlılık korsanlara göre değildir. Şu hâlde ise, geleceği biraz daha fazla istemek, dünyada yaşlılığı kabul etmeyi de içeriyor. Ancak nedense gelecek daha çok gençlikle birlikte anılır. Bu gelecek şüphesiz ölümsüz ve fakat genç-ölümsüz bir hayâlin ürünü olsa gerektir. Sonsuz gençlik mümkün mü? Zaman korsanları tarafından gelecek ele geçirilebilir mi ya da hacklemek imkânı ortaya çıkabilir mi?
Ankebût Sûresi 23. Âyet şöyle uyarıyor:
“Peki onlar, Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığını, sonra onu ard arda sürdürdüğünü görmezler mi? Kuşkusuz bu, Allah için kolaydır. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kàdirdir. O, dilediğine azap verir, dilediğini esirger. Hepiniz dönüp dolaşıp Ona varacaksınız. Ne yeryüzünde ne de gökte Allah’ı çaresiz bırakabilirsiniz. Allah’ın dışında bir himayeciniz ve yardımcınız da yoktur. Allah’ın âyetlerini ve Ona kavuşmayı inkâr edenler, işte bunların rahmetimden ümitleri olamaz ve bunlar için acı bir azap vardır.”
Dipnotlar:
1) Eski Said Dönemi Eserleri, İşarat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 424
2) Sakarya Türküsü, Necip Fazıl Kısakürek
3) Tıklayınız.
4) Eski Said Dönemi Eserleri, Hutbe-i Şamiye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2017, s. 242
5) Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2019, s. 60
6) Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, İstanbul, 2019, s. 555
İlk yorumu siz yazın