Diyelim ki tam Risale-i Nurların telif edildiği zamanlarda yaşıyorsunuz. Bir şekilde Nur Risaleleri elinize geçti ve bu eserlerin müellifiyle tanışmak istediniz, buna imkân da buldunuz. Acaba o koca Bedi’nin yanına gittiğinizde, size nasıl bir ders verecektir? Yahut hakikaten bunu yaşamış ağabeyler nasıl dersler almışlardır? İlk ağızdan dinlemek çok güzel olurdu değil mi?
İşte geçenlerde rastladığım bir videoda Ali İhsan Tola ağabey, Üstadından aldığı o ilk dersi anlatıyordu. Orman mühendisiymiş Ali İhsan ağabey. Üstadın ona verdiği ders de tam buna muvafık; fen lisanıyla vahdaniyeti ispat.
Anlatılan hakikatler aşinası olduğumuz hakikatler fakat anlatanın üslubundan mıdır bilemedim, çok bir hoşuma gitti. Bir tohum bir orman mühendisine ancak bu kadar güzel anlatılabilir, vahdaniyet delilleri ancak bu kadar aşikâr gösterilebilirdi… Bu yüzden bu ay Ali İhsan ağabey anlatıyor, biz dinliyoruz1:
Bir tane çınar ağacının tohumundan, bir tane de çam ağacının kozalağından çekti. Sıktı, böyle aldı, “Bak” dedi. “Bütün koca çınar ağacının teşkilatı [dalı, yaprağı, gövdesi, meyvesi, ne zamana kadar yaşayacak, ne zamana kadar hizmet yapacak] içerisine derc edilmiş. İmam-ı mübin… Yani gayb âleminin programı. Şehadet âlemi de kitab-ı mübin, ağacın kendisi…
Yalan söylemez2.فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ 3 Emrolunduğu gibi harekete aynen ittiba eder.
Çok iyi bir mimardır. Toprakta o kökleri tanzim eder, kabuk yapar, borular yapar, dal, gövde…
Hangi madenden istifade edeceğini bilir.
İyi bir mensucat fabrikasıdır. Kök dokur, kabuk dokur, yaprak dokur, meyve dokur, çiçek dokur…
Çok iyi hava ilmini ve lisanını bilir. Çok iyi su ilmini ve lisanını bilir. Çok iyi toprak ilmini ve lisanını bilir. Çok iyi nur ilmini ve lisanını bilir.
Toprak altındaki hangi madenden istifade edeceğini çok iyi bilir. O madende merkezde çekirdek, etrafında zerreler var. [Atomu anlatıyor] Buraya kökü yanaştırır, o hızı hesap ederek kendi bünyesine geçirir, vahdaniyet delilini ilan eder! O aldığı, gövdeye geçirdiği o madenden insan karakterleri, o mahallin karakterleri teşekkül eder. Ağacın köklerinden, dalından onun bünyesine göre hazırlar.
Çok iyi bir tabiptir.
Elhasılı, ne kadar üniversite varsa ondan mezun olmuş. Ne kadar darülfunun varsa bundan icazet almış.
İnsan tohumu daha aciptir. [Kâinatta ne kadar sanat-ı İlâhiye varsa insan tohumunda derc edilmiştir] Bir damla sudan halk edilen bu insan emirlerine itirazda bulunur. ‘Yapmayacağım!’der, isyanda bulunur. Daha acibine gider; ‘Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ der.
Kâinatta hayvanat, nebatat, kendine verilen programı tatbik eder. Buna kader programı denilir. Dışına çıktığı zaman ölür. Bu nizam, intizamın içerisinde insan nizamsız, intizamsız yaşayamaz. İşte buna fıtrî şeriat denir. Bu nizam, programın içerisinde bütün kâinat çalışırken insan programsız, nizamsız yaşayamaz.”
***
Fesubhanallah! Bir tohum için “Ne kadar üniversite varsa ondan mezun olmuş” demek, kâinatın nizam ve intizamından bahsettikten sonra “Bu nizam, intizamın içerisinde insan nizamsız, intizamsız yaşayamaz” demek ne büyük tefekkür.
***
Üstad, Ali İhsan ağabeye yukarıdaki dersi verdikten sonra, “Sen mütefenninsin. Ene ve zerreyi4 bir mütalaa et, eksik fazla var mı?” diyerek ona eskimez yazıyla Ene ve Zerre Risalesi’ni hediye eder. Sonra bir baklavadan küçük parmak büyüklüğünde dilimler kestirir Zübeyir ağabeye. “Bu obur hoca, buna bir tane ver. Bu lakayt hoca…” vs diyerek orada bulunan zevata baklavaları dağıtır. Sıra Zübeyir ağabeye gelince Üstad, o küçük baklava dilimi içerisinden tek bir yufkayı Zübeyir ağabeye verir, “Bu sana yedi gün tayın” der. Sıra Ali İhsan ağabeye gelince, “Bu da az obur değildir ya, neyse buna da verelim” diyerek, oradan bir yufka daha alır. Aynen Zübeyir ağabeye verdiği gibi verir, “Bu da sana yedi gün tayın” der. Kitabı da, tayını da alan Ali İhsan ağabey hakikaten o ağızda varlığı yokluğu belli olmayan yufka parçasının üzerine yedi gün bir şey yemez. O yufka ona yedi gün tayın olur.
Her ne ise… Eskimez bir yazıyla işbu yazıya nihayet verelim:
هر برى بر قوجه آغاجڭ ويا بر پارلاق چيچگڭ جهازاتنى و مقدّراتنڭ پروغرامنى طاشييان كوچوجك مخزنجكلر اولان چكردكلر و تخملرڭ آناختارلرى ألنده بولونان بر متصرّفِ حكيم بر چكردگڭ قپوجغنى «اويان!» أمريله و إراده آناختاريله تام ميزانِ نظامله آچديغى گبى … سنڭ بر نوع مخزنجكلرڭ اولان كندى قلبڭه و دماغڭه و جسديڭه و معده ڭه و باغچه ڭه و زمينڭ چيچگى اولان بهاره و اونده كى چيچكلره و ميوه لره باق كه؛ كمالِ نظام و ميزان و رحمت و حكمتله بر دستِ غيبى طرفندن «أمرِ كُنْ فَيَكُونُ» تزگاهندن گلن آيرى آيرى آناختارلرله آچييور.5
Dipnotlar:
1) Video linki:
Part 1- Tıklayınız.
Part 2- Tıklayınız.
2) Bir tohum için “Yalan söylemez” demek ne kadar garip ve ne kadar mantıklı ya…
3) “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”(Hûd, 112)
4) 30. Söz.
5) “Herbiri bir koca ağacın veya bir parlak çiçeğin cihazatını ve mukadderatının programını taşıyan küçücük mahzencikler olan çekirdekler ve tohumların anahtarları elinde bulunan bir Mutasarrıf-ı Hakîm, bir çekirdeğin kapıcığını «Uyan!» emriyle ve irade anahtarıyla tam mizan-ı nizamla açtığı gibi […] Senin bir nevi mahzenciklerin olan kendi kalbine ve dimağına ve cesedine ve midene ve bahçene ve zeminin çiçeği olan bahara ve ondaki çiçeklere ve meyvelere bak ki, kemâl-i nizam ve mîzan ve rahmet ve hikmetle bir dest-i gaybî tarafından emr-i كُنْ فَيَكُونُ tezgâhından gelen ayrı ayrı anahtarlarla açıyor.” (15. Şua, Birinci Makam, Dokuzuncu Kelime)
Temmuz ayı Eskimez Yazı sayfasına gitmek için tıklayınız.
1 Trackback / Pingback