Ses (2)

Kulağa acı gelen, trajediyi anlatan müzik kâinatın sesi değildir; eşyanın böyle bir sesi yoktur. Bunlar bulunmuş değil, yok olan anlamsız sözler, olmayan seslerdir. Ancak ulvî bir hüzün sesi vardır ki, bu da Allah’a ayrı kalmama ve mesafeyi azaltarak ulaşma gayretinin göstergesidir. Bu nedenle acı ve isyanı ifade eden sesler ruhu yorar, acıtır, kirletir. Bediüzzaman bunun için, siyasetçilerin sinek vızıltısı gibi seslerini kapatıp kainattaki musika-i Rabbanîyi dinlemeyi öğütler: “Evet, evet.. neam, neam.. sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa; sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikın esrarını ihtizaza veren musika-i İlahiye hiç durmuyor. Mütemadiyen güm güm eder.”

Beyan Yayınları tarafından yayınlanmış olan “İslâm Medeniyetinde Mûsikî” adlı çalışma Fazlı Arslan tarafından kaleme alınmış. Bu konu ile ilgili değerli bir terkiptir. İmanın tabiattaki farklı sesleri, farklı düzeylerde duyabildiğini işin ehli söylüyor. Peygamberimizin (asm) ağaçlarla  kuşlarla hatta dağlarla (Uhud meselâ) konuşması;  avucundaki taşlarla ses vermesi… herşeyin aynı zamanda bir müzik âleti olabilmesi. Hatta bir işaretiyle ayın ikiye ayrılması. Namazının gecikmemesi için güneşin bir süre geride kalması. Bulutun başı üzerinde gölge yapması. Ehli için hep bir ses ve algı meselesidir. (Titreşim ya da dalgasal iletim, iletişim ve etkileşim). Ses içinde açılan uzayın genişliği ve kapasitesi imanın sonsuz karşılığı ile bir nispet oluşturabilecektir. İşin ehli için sesin sınırları değişir. Bediüzzaman bunu, sanatçının sanat-ı hayaliyesiyle kullandığı araçlar ve ortaya çıkardığı üretimler üzerinden değerlendirir.

Piyano, gerçekten batı müziğinin ses varlığı içinde varolmuş üst düzey bir enstrümandır. Ancak dünyada, piyanoya sığdırılan tampere sistemin ses varlığından daha zengin seslere sahip kültür ve medeniyetler vardır ve bu zengin seslerle insanın iç dünyasını ifade edebilen müzik eserleri de ortaya konulabilmiştir. Nitekim bugün piyanonun sınırlarını zorlayarak mikro tonlu piyanolar üzerinde çalışılmakta ve bu zengin sesler piyano tekniği üzerinde ifade edilmektedir. Yaklaşık yedibuçuk oktavlık ses genişliği, oldukça elverişli bir ses genişliğidir fakat netice itibariyle her şey bir oktavlık yapının farklı tonlarda tekrarlanmasından ibarettir; Elbette bu genişlik önemlidir ama yeterli değildir. Çünkü zaten tampere sistem, çok sayıda koma (mikro) sesin atılmasıyla elde edildiği için, insan kulağının duyabileceği ve gırtlağının da seslendirebileceği pekçok sesi atarak varolmuş bir sistem olduğundan, daha doğuştan bir eksikliği vardır. Ancak bütün müzisyenler bu eksikliği görmez ve piyanoyu mükemmel bir enstruman olarak kabul ederler. Doğrudur, piyano (Hristiyan) batılının hayal gücünün, kâinat ve varlık tasavvurunun ve indirgenmiş ses varlığının, daha da önemlisi Descartes’ın “her şeyi ölç, ölçülemeyeni de ölçülebilir hâle getir” prensibi üzerinde yükselen aydınlanma döneminin enstrümanıdır. Sorun, (Hristiyan) batılının kendi yarattığı tanrının ve muharref kutsalının sonucu olan inancının indirgemiş ve daraltmış olduğu kâinat ve varlık tasavvuru, hayal gücü ve ses varlığıdır. İşte piyano, bu indirgenmiş ve daraltılmış varlık ve kâinat tasavvurunun, hayal gücünün ve ses varlığının ürettiği bir enstrümandır ve aslında doğuştan sınırlıdır. Piyano çalan bir piyanistin de ses dünyası, piyanonun tampere sistemi ile sınırlıdır. Dolayısıyla piyanistin hayal gücü de çaldığı enstrümanın sınırlarına indirgenmiş demektir. Önemli olan bir enstrümanın oktav olarak genişliği değil, bir oktavın kendi içindeki ses zenginliğidir. Piyano, daraltılmış, indirgenmiş ve mikro seslerden arındırılmış yedi adet yapıyı farklı tonlarda tekrar eder. Bu, teknik açıdan bir zenginlik olabilir belki ama, ses cevheri açısından eksikliğin yedi kez tekrarı mânâsına gelmektedir. Bu eksiklik, maalesef tampere sistemin perdeli bütün sazlarında mevcuddur. Nitekim Erkan Oğur gitarın perdelerini atınca ortaya tampere sistemden daha zengin ses cevherine sahip bir gitar çıkmıştır.

Bu özellikleriyle piyano (ve kendini piyanoya ve batı müziğinin tampere sistemine göre yetiştirmiş, ne kadar büyük besteci ya da virtüoz olursa olsun bir müzisyen) İslâm medeniyetinin o muhteşem varlık ve kâinat tasavvurunun, ses cevherinin ve hayal gücünün ifadesinde yetersiz kalır. Çünkü piyano çalan ve tampere sisteme göre eğitim almış bir müzisyenin veya piyanistin ses cevheri, piyanonun tampere sistemi ile sınırlıdır. Dolayısıyla bu müzisyenin veya piyanistin hayal gücü ve ses varlığı da çaldığı enstrümanın sınırlarına indirgenmiş demektir.

Allah’ın ilmi ve irfanıyla donanmış gerçek bir mü’minin ve bu mü’min profilinin çoğalarak oluşturduğu İslâm medeniyetinin kâinat gibi sınırsız muhayyilesi, piyanonun ve tampere ses sisteminin sınırlı ses varlığı ile ifade edilemez… Çünkü İslâm birey ve medeniyetinin sınırsız muhayyilesi/hayal gücü, varlık tasavvuru, duygu ve düşünce zenginliği, piyanonun ve tampere sistemin indirgenmiş aralıklarına sığmaz, bu sınırlı aralıklarla ifade edilemez. Hristiyan Batının indirgenmişliği, İslâm medeniyetinin sınırsızlığı yanında pek küçük kalır. Fakat bugünkü Müslümanlar ve İslâm dünyası, nasıl bir değere sahip olduklarının farkında değildir.

“Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır” der Halil Cibran.

Derviş zikrinde dedi ki: “Ya Hayyu ya Kayyum, Ya Bedia’s-semavati ve’l-ard. Ya ze’l-celali ve’l-ikram. Ve üfevvidu emrî ilallâh. İnnallahe serîu’l-hisab…”

Ender Doğan, İrfan Türküleri’nin albüm kitapçığında, CD’nin özelliğini, özgünlüğünü şöyle yazmış: “İrfan kültürü Anadolu insanının hayatı… Özdeyişlerin manilerle, ilahilerin türkülerle iç içe geçtiği kaynaştığı bu kültür havzasında binlerce yılın mirası olan sanat, estetik ve bilgelik şaheserleri oluşmuştur. İrfan Türküleri işte bu kültürün hikmetli sesi ve rengidir. Âşık, insanı hayatın merkezinde gören irfan okulunun öğrencisidir. Anadolu dergâhlarının sevgi dolu ikliminde yetişmiştir. Büyüdüğü mistik çevre bu topraklarda yetişen insana nazik, mütevazı, muhabbetli, cömert, diğerkâm, misafirperver olmayı öğretmiş, bunun yanı sıra bambaşka meziyetler de kazandırmıştır. Dergâhta meydan görmüş, o meydanda pişmiş, derviş olmuş, can olmuş, bütün insanlığın dertlerine derman sunmuşlar…”

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*