Mitoloji

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!
1) Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?
2) Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
3-5) Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi.
Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi.
1

Ebabil kuşları… Tarih kitapları, Hz. Muhammed’in (asm) peygamberlik serüvenini bu hâdise ile anlatmaya başlar. Ebabil kuşları hem doğru tarihi hem de hakikatin tam yerinde bir durumunu işaretler. Borges ise, “Mitolojik Hayvanlar”da hayâlin sınırlarında dolaşıp olmayan canlıları toplar ve alabildiğine gerçek dışıdır. Dede Korkut, öğüt vermek için mitolojiyi kullanır. Hz. Hamza, Hz. Ali büyük kahramanlardır; dilden dile anlatılır. Saltukname’de, Battalgazi ve destanlar da kendine hayran bırakır. “Batı Mitolojisi” kitabında geçtiği üzere Batı’nın da tarih anlatımı böyledir. Ama en çok da Doğu’nun.

Josef Canbel, Gılgamış’ın “Ölümlüyüz madem, o zaman kahramanlık yapalım, ölümsüz bir iş yapalım ki, en azından adımız kalsın” dediğini söyler. Ona göre macera o noktayı keşfetmektir. Mitler deneyimi anlatır. Mit, somut tarihi değil iç dünyayı yansıtır. Bediüzzaman’a göre de şöhret, insanın malı olmayanı da insana mal eder. Meşhur bir kaideye dayandırır:
“… ‘Bir şey sabit olsa, levazımıyla sabit olur’ istinaden insanlar o şahs-ı meşhurda tahayyülâtlarına bir nizam verdirmek için muztardırlar ki; çok kuvvet ve azamet ve zekâ gibi levazım-ı hârikulâdeyi isnad etsinler, tâ o şahsın cümle mensubatına merciiyeti mümkün olabilsin. O halde o adam bir u’cube olarak zihinlerinde tecessüm eder.”2

Bediüzzaman Doğu’nun meşhur bir destanını ve kahramanını örnek verir: “Eğer istersen hayalât-ı Acemane içinde perverde olan Rüstem-i Zâl’in timsal-i manevîsine bak, gör.. ne u’cubedir! Zira şecaatle müştehir olduğundan ve hiç İranîler tazyikatından kurtulamayan istibdad sırrıyla ve şöhret kuvvetiyle İranîlerin mefahirini gasb ve garet ederek büyülttü. Hayallerde büyüyüp şişti. Yalan, yalana mukaddeme olduğu için şu hârikulâde şecaat hârikulâde bir ömür ve dehşetli bir kamet ve onların levazım ve tevabi’leri olan çok emirleri toplayıp, içinde o hayal-i hâil na’ra vurarak ‘Ben nev’un münhasırun fi’ş-şahs’ım’ der. Gulyabanî gibi hurafatı arkasına takarak, dillerin destanlarında dönüyor. Emsaline dahi meydan açar.”3

Tanrısal güçleri olduğuna inanılan mitolojik karakter, Yunan mitolojisinde Herakles ve Roma mitolojisinde Herkül olarak biliniyor. Mallarme bir şiirinde “Bir Kır Tanrısının Öğleden Sonrası”nı anlatıyor: “Çobanıl/ Kır Tanrısı/ Şu periler ölümsüz kılsam onları istiyorum/ Öyle parlak/ Trenlerinin hafif pembeliği/ Gür uykularla mahmur/ Düşü mü sevmişim ben/ Kuşkum eskil gece birikintisi, sona ererken/ Nice zarif dalda, her biri gerçek ormanlar hâlâ,/ Kanıtlıyorlar, yazık! kendi kendime galiba/ Güllerin ideal hatasını sunmuşum zafer diye”. Behçet Necatigil’in Kır Şarkısı’nda Pan (Pan, kırlarda aniden insanların karşısına çıkıp görüntüsüyle insanları korkuttuğu için panik sözcüğüne de ilham kaynağı olmuştur) şöyle anlatılıyor: “Tam otların sarardığı zamanlar/  Yere yüzükoyun uzanıyorum/ Toprakta bir telâş, bir telâş/ Karıncalar öteden beri dostum./ Pan’ın teneffüsü bile/ Ilık, okşamakta yüzü./ Devedikenleri, çalılık vesâire/ Bir âlem bu toprakların üstü.”

Josef Canbel’e göre, doğanın iki zıt unsuru tam bir insan oluşturuyor. İnsan, sonradan olunan bir şeydir. Psike, nefse ait. Aristoles’e göre insanlar birbirlerinin bilincini yükselttikçe dostluk kurmuş olur. Kule-kuyu -kuyu- mağara- bilinçaltının derinliklerini sembolize eder. Yolculuğa çıkartan mitik olaydır. Kahraman ideal koşullarda doğmaz. Doğsa da orayı terk eder. Liyakata krallığını kazanır. Kahraman kendi gücünü gösterir. Kendi iç ülkesini yeniden fetheder. Çift taraflı balta, merkezdeki egoyu mağlup etmek içindir. Tecrübeler iç güç ile birer malzemeye dönüşür. Karanlık an gerçek mesajın geldiği yerdir: Dönüşüm noktası. Muazzez İlmiye Çığ, Gılgamış destanı (MÖ. 3000 yıllarında yaşamış bir kralın yaşam öyküsü) üzerine çok çalışmış birisi. Ona göre isimler değil anlamlar vardır. Örneğin, Gılgamış, her şeyi gören ve bilen anlamında; Enkidu, kırların adamı anlamındadır. Mitoloji yazarken hikâyeye farklı versiyonlar eklenir. Bunun için çok farklı hikâyeler oluşur. Ya da bazı olaylar neredeyse bütün kahramanlarda ortaktır. Örneğin: Dante de bir ormandan geçiyor. Ormandan geçerek İlâhî Komedya’ya başlıyor. Gılgamış da. Mitolojide kullanılan kişiler isimden çok sıfatlardır. Bu şekilde kutsal kitaplara öykünürler. Kur’ân da bazı olayları anlatırken isimlerden çok sıfatlar kullanır: Ebu Leheb gibi. Bazıları da kinayedir. Herkül, Rüstem, Gılgamış, Enkidu da böyle sıfatlar olsa gerekir.

Sezai Karakoç: “Her çağda, şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun, inananlar için bir Nuh’un Gemisi vardır” diyor. Çünkü Nuh Peygamber (as) ve kıssası doğru tarihin ip uçlarından biridir. Nereye giderseniz gidin doğru tarih kendini gösterecektir. Bozulan insan zihnidir. Anlamları kaybeden de nefsine teslim olmuş insan zihnidir. Gılgamış; Nuh Tufanı’nın izlerini ve her toplum ve coğrafyanın tarihin derinliklerinde yaşadığı tufan, salgın ve yıkımları işleyen bir arketip olarak görülebilir. Dünyanın devirleri, canlıların devirleri ile insanlık devirleri, geçmiş içinden çıkarılıp yazıya döküldüğünde tarih denen disiplin altında pek çok elekten geçirilir. Bunun üstte kalan parçaları, elenen, atılan, kullanılmayanları vardır. Bediüzzaman’ın ifadesi ile mantığın süzgecinden geçmiş doğru tarihtir yol gösterecek olan. Doğru, kararlı bilgiye ulaşamadığınız zaman mitolojiye sarılırsınız. Doğru haberin kaynağı olan nakle aklı bağlamazsanız, akıl hayâlin peşine takılır, gider. Başı dönen insanın dönüp dolaşacağı yer doğru tarihi gösteren doğru nakildir.

Bahaddin Sağlam, “Mitoloji ve Gerçek” kitabında; Gılgamış’ın temsil ettiği, medenî ve değerlere saygılı insan türüdür, diyor: “Nitekim Gılgamış, izini sürdüğü uzun, ebediyeti arayış serüveninin sonunda ebediyeti elde etmek aracı olarak, bir kuyunun dibindeki bir bitkiyi buluyor. Bitki, deniz ve balıklar bilincin somut şeklidir. Fakat Gılgamış, başka bir işe yönelirken bir yılan gelip o bitkiyi götürüyor. Evet, bu dünya ve beden kuyusunda dahi ebediyet bulunabilir. Fakat buradaki diyalektik süreç buna el vermiyor. Yılan diyalektiği, faniliği ve ölümü, balık ise, hayatı ve ebedî bilinci temsil eder.” Ölümsüzlüğün iksiri bulunabilir, ama elde edilemeyecek bir şey gibidir. Lokman Hekim de bulacakken kaçırıyordu. Gılgamış da. Aslında her bir insan da. İnsan için iyi yaşamakla ölümden kaçmak ya da ölümü öldürmek için hayattan kaçmak gibi; tabiatı tercihle dost olmak, tabiatı yok etmekle ölümü de yok edebilmek arasında aslında her keresinde kaybeden olmakla yeniden umutla başlayan kahramana dönüşebilmek.

Bediüzzaman, “Mübalağa ihtilâlcidir”4 der. O hâlde, zihinleri karıştıran olayın aslı değil, anlatıcı ya da aktarıcının zihin çarklarından geçen karşılıklarıdır. Bunlara yeniden biçim verecek olan da dilsel yaklaşımdır. Her olay bir ibret iken, doğru bir kahraman da içinden çıkarabilir. Mitolojik bir algının zihni çalıştırma biçimi tıpkı romanda da bulunabilir. Modern romanın ilk örneği sayılan Don Kişot, bir mitolojik hikâye de olabilir. Çatışma, dönüşüm ve başarı. Bununla birlikte aşk, ihtiras, cesaret, korku, şehvet gibi insanî (doğrusu nefsânî) duygular romanın atmosferini oluşturur. Bunlar ya kahramanın ya olayın ya aktaranın ya da seyircinin (okuyucunun) zihnindedir.

“Don Kişot ve Sanço Panza, Cervantes’ten daha gerçektir” denmiştir. Babak Rahimi’ye göre, bir Amerikan mythos’u olarak “Star Wars” kahramanlar ve kötü adamlar, direniş ve iktidar, budalalık ve bilgelik ile ilgili güçlü imajlara yer vermekte. Jedi’ların büyük üstadı Yoda karşısındakilerle sorumlu bir ilişki kuran, dünya nimetlerinden uzak evrensel bilgeliği temsil etmekte. Ölüm karşısında takındığı esprili tavrıyla Yoda bize, Güç’ü saldırganlık ve savaş için değil de savunma ve barışı sağlamak için nasıl kullanacağımızı hatırlatır. Buna karşılık Jedi’dan devşirme İmparatorluk generali Darth Vader, karanlık tarafa geçişi temsil eden defolu bir figürdür. Karanlığın vücut bulmuş hâli, “sapkın ve şeytanî” Darth Vader insanlığın potansiyel olarak dönüşebileceği şeydir aslında. Onu diğerlerinden ayıran siyah zırhı insandan çok makinaya yakın, hissiz ve düşüncesiz bir yaratık izlenimi verir. Bu çağdaş Batı mitolojisi, Rahimi’ye göre, kendi kendimizi eleştirmek, kendi benliğimizin ötesini görmek, farklılıklarımızı geride bırakmak anlamına gelir. Yani Yoda bize, insanları dış görünüşlerine göre değil de (sakallı adam ya da çarşaflı kadın), Güç içinde paylaşılan gerçekliğe göre değerlendirmemiz gerektiğini söyleyen bir bilge değildir de nedir? Onun için, “İslâm dünyası” ise, karanlık boş bir gezegende birbirine bağlı olarak yaşayan parlak yıldızlardan biridir aslında.

Mitolojinin bir de arkeoloji arka plânında çağdaş yazımı var. Bunu da Jean-Paul Demoule, arkeolojik keşiflerin verdiği üç ders olarak yorumluyor: “1) zamanda eskiye çıkıldıkça, daha az biliriz; 2) kazdığımız zaman buluruz; 3) gerçeklik daima tahayyül edebildiğimizden karmaşıktır.” Şüphesiz mitoloji, geçmişi, defalarca değişik yollardan şimdiye taşıma çabasındadır. Peki “Sonrakiler kim olacak?” sorusu, Demoule’un dediği gibi “Geçmişten söz etmek, gelecekten söz etmekten daha kolay” denilerek geçiştirilecektir. Bediüzzaman’ın anlatının köküne atıfla söylediği şu söz doğru bir mecradan haber verir. Şöyle ki: “Evet kelâmda hakikat olmaz ise de, en ekall şebih ve nizamından istimdad etmek ve onun danesi üzerinde sünbüllenmek gerektir. Fakat her danenin mahsus bir sünbülü vardır. Bir buğday bir ağaç kadar sünbüllenmez. Felsefe-i beyan nazara alınmaz ise; belâgat hurafat gibi hayâl gul gibi sâmi’e hayretten başka bir faide vermez.”5

Geçmişimiz, gerçeklere sadık bir kayıt değil, bir yeniden yapılandırma ürünüdür ve kimi zaman mitolojinin sınırlarında dolandığı olur. Yaşantımıza ait anılarımıza başvurduğumuzda, bütün ayrıntıların tam tamına doğru olmayabileceği konusunda temkini elden bırakmamamız gerekir. Bunlardan kimi, insanların bize kendimizle ilgili anlattıklarından kaynaklanırken, kiminde de boşlukları akla uygun biçimde kendimiz doldurmuşuzdur. Bu nedenle “kim olduğunuz” sorusuna verdiğiniz yanıt sadece anılarınıza dayalıysa, bu, kimliğinizi tuhaf, süreğen ve değişken bir hikâyeden farksız kılar. (Beyin, David Eagleman). Bellek, insana oyunlar oynar ya da bir oyun alanı ya da parçası da olabilir. O zaman gerçek için “mizan” beklenecektir; asıl hesaplaşma gerçek hikâyeyi ortaya çıkaracaktır. O hâlde buradaki her hikâye yarımdır. Yasin Sûresi 65. Âyet özetler her şeyi: “O gün Biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” İnsanın gerçek tarihi olan hafızası el ve ayaklarında, bedenin iş gören parçalarında kodlanmıştır. Sübhanallah!

Müge Yılmaz, İstanbul Bienali için yaptığı yerleştirme projesinde cinsiyetsiz birtakım varlıklara yer vermişti. “Bu varlıkların cinsiyetsiz olması neden önemli?” ve “Bu, onların kimlik algısını nasıl etkilemekte?”6 şeklindeki sorulara, “Cinsiyetsiz olmaları, çok cinsiyetli olma ihtimalleri ile beraber geliyor” şeklinde cevap veriyordu. “Bunun amacı, varlıkların kimlik algısını yansıtmaya açık bırakmak. Üzerinde çalıştığım yeni işler, bu iş geçmişteki işlerin hepsindeki karakterleri cinsiyet ikileminden ve milliyet kurgusundan özgür sunmak isterim. Kasıtlı bir çok anlamlılık ile izleyicinin hayâl gücü varlıkların kimliğini yeniden ve yeniden yaratabilir.” Tıpkı Borges’in mitolojik yaratıkları gibi. Eski divanlarda da yarı insan yarı melek varlıklardan bahsediliyor. Melekler de cinsiyetsiz ve emre tam itaatle donanmışlar; bu onları daha özgür ve hafif kılabiliyor. Ancak insan Cennet’te cinsiyetiyle bulunacak ve cismaniyetin bütün gerekleri sonsuza dek karşılık bulabilecek. Yani cinsiyet ve cismaniyet meleklerden daha yüksek bir varlık seviyesine çıkmalarına engel olmayacak.

Joseph Campbell, “Bin Yüzlü Kahraman” adlı kitabında kahraman arketipinin en önemli aşamasını “Balinanın karnı” olarak tanımlıyor. Bu en kötü ânıdır. Bu noktada yeni bir benliğe kavuşmayı kabul eder. Bir anlamda Yunus Peygamber’e (as) öykünürler. Kahramanı cezbeden, insan için özdeşleşmesini sağlayan asıl kusurudur. Bu kusur sonuçta insandaki ölümsüzlük arzusuyla çakışır. Lokman Hekim’in iksiri kaybetmesi belki de serüvenin devamına da bir yol açmıştı. Onun zaafı bir anlık unutkanlığıydı. Tıpkı Âdem Peygamberin de (as) Cennet’te bir anlık kusurunun, dünya macerasını insanlığa hediye etmesi gibi. Örneğin; Şehnâme’nin kahramanı İsfendiyar yenilmezlik havuzuna daldığında gözlerini kapatmıştı. Ölümü gözüne gelen bir okla olacaktı. Siegfried, öldürdüğü ejderhanın kanıyla yıkanırken bir yaprak sırtına yapışmıştı. Yenilebileceği tek yeri sırtıydı. Süpermen, kriptonitten yayılan radyasyona maruz kaldığında gücü bitiyordu.

Ernst Kantorowiczt, sözü, mitolojinin doğru ile karşılaşmasına getiriyor: “Gizemcilik mitin ve kurgunun ılık alacakaranlığından alınıp olgunun ve aklın soğuk ışığına maruz bırakıldığında albenisinin çoğunu kaybeder.”

Bediüzzaman da buna işaret ediyor: “Bir dane sıdk, yakar milyonla yalanı. Bir dane-i hakikat, yıkar kasr-ı hayâli. Sıdk büyük esastır, bir cevher-i ziyalı.”7

Dipnotlar:
1) Fil Sûresi
2) Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, 2020, s. 36
3) age. s. 36
4) age. s. 43
5) age. s. 108
6) Varlık dergisi
7) Sözler, Yeni Asya Neşriyat, 2020, s. 795

İlk yorumu siz yazın

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın:

E-Posta adresiniz kesinlikle gizli kalacaktır.


*